UEGW 2023'ten Öne Çıkanlar

Dr. Elena Poluektova

Vasilenko İç Hastalıkları, Gastroenteroloji ve Hepatoloji Propaedeutik Kliniği, I.M. Sechenov Birinci Moskova Devlet Tıp Üniversitesi, Moskova, Rusya
 

Gastrointestinal hastalıkların tanı ve tedavisinde en önemli konuların geleneksel olarak ele alındığı 31. Birleşik Avrupa Gastroenteroloji Haftası toplantısı 15-17 Ekim 2023 tarihlerinde Kopenhag'da gerçekleştirildi.

Sunumların büyük çoğunluğunda mikrobiyotanın bileşimi ve işlevleri ile çeşitli hastalıkların tedavisinde terapötik bir hedef olarak gastrointestinal mikrobiyota hakkında bilgi verildi.

Özel bir sempozyum (“Fungi in your gut: friends or foes”) mikrobiyomun bileşenle-rinden biri olan mikobiyom, mikobiyom oluşumu, mikobiyom kompozisyonunu etkileyen çevresel faktörler, mikobiyo-mun bakterilerle etkileşimi (Selena Porcati, İtalya); IBD patogenezindeki rolü (Dragos Ciocan, Fransa) ve karsinogenezdeki potansiyel rolü (Alexander Link, Almanya) konularına ayrılmıştır.

 

IBS/IBD’de mikrobiyom 

İrritabl bağırsak sendromu (İBS) ve irritabl bağırsak hastalığının (İBH) patogenezinde mikrobiyomun rolüne ilişkin bilgiler artmaya ve gelişmeye devam etmektedir (“Disease primer: The role of gut microenvironment in IBD and IBS” sempozyumu). Harry Sokol (Fransa) ve Rinse K. Weersma (Hollanda), mikrobiyota bileşimindeki değişikliklerin IBD için bir biyobelirteç olarak kabul edilebileceğini ve probiyotikler, postbiyotikler, bakteriyofajlar ve fekal transplantasyon yoluyla terapötik müdahale ile tedavi edilebileceğini bildirmiştir. IBS hastalarında gastrointestinal sistemin mikrobiyal bileşimindeki değişikliklere gelince, hastalığın tüm patojenik mekanizmalarına (bağırsak duvarının iltihabı, bozulmuş hareketlilik, aşırı duyarlılık) yadsınamaz bir etkisi vardır, bu nedenle emilemeyen antibiyotiklerin ve probiyotiklerin reçete edilmesi IBS tedavisinin önemli bir parçası olarak kabul edilebilir (Magnus Simren (İsveç) ve Premysl Bercik (Kanada).

Görsel

Sağlıklı mikrobiyota nedir?

Ayrıca, henüz kesin cevapları olmayan bazı sorular da gündeme geldi. Örneğin, “sağlıklı mikrobiyota” teriminin gerçekte ne anlama geldiği konusunda hala bilgimiz yok. Daha uygun terimin, mikrobiyotanın esas olarak Bacteroides türü ile temsil edildiği. Firmicutes türünün düşük olduğu ve mikrobiyal çeşitliliğin zayıf olduğu bağır-saktaki enflamatuar değişiklikleri ve artmış geçişi ifade eden “sağlıksız mikro-biyota” (B2 enterotipi olarak adlandırılan durum) olduğu varsayılmaktadır. Mikrobi-yota bileşimini B2 enterotipinden uzak-laştırmayı hedeflemek yeni bir tedavi stratejisi olarak düşünülebilir (Jeroen Raes, Belçika)..

Buna ek olarak, bağırsak mikrobiyota bileşiminin hem insan sağlığının korun-masındaki hem de bazı kronik bulaşıcı olmayan hastalıkların patogenezinin des-teklenmesindeki tartışılmaz önemi need-niyle, günümüzde klinisyenler, genellikle nedensiz bir şekilde, mikrobiyal bileşim testlerini tanısal, prognostik veya tera-pötik bir araç olarak kullanmayı istemek-tedir. Giderek sayıları artan ticari kuruluş-lar, ne açık kullanım talimatları olan ne de sonuçların güvenilir bir şekilde yorum-lanabildiğini mikrobiyota tanı testleri sun-maktadır. Teşhis testlerini, tedavi yakla-şımlarını ve mikrobiyom alanındaki bilgi-nin ilerlemesini kolaylaştırmak amacıyla 50'den fazla uluslararası uzmanı bir araya getiren bir Uluslararası Konsensüs geliştirme çalışması başlatılmıştır (Gianluca Janiro, İtalya).

Doğrudan patojenik bir faktör ve terapötik müdahale için bir hedef olarak mikrobiyo-mun bu tartışmasına ek olarak, mikrobi-yom bağırsak disbiyozu ile ilişkili hasta-lıkların patogenezi ve tedavisinin diğer yönleri de sunuldu. Bunlar arasında IBD ve onkolojik hastalıklar da yer almaktadır.

20 yılı aşkın bir süredir, Crohn hastalığı hastalarında antisakkaromyces antikor-ları ve saspaz bağlanma alanı içeren pro-tein 9 (CARD9) ve dektin-1'in genetik po-limorfizmi gibi İBH hastalarında bağırsak iltihabında mantarın rolüne dair dolaylı serolojik ve genetik kanıtlara sahibiz. Bu polimorfizmler, proinflamatuar sitokinleri aktive etmek için kalıp tanıma reseptörle-rinden gelen sinyallere aracılık etmekte-dir. Son on yılda yapılan birçok çalışma, İBH hastalarının bağırsaklarında mantar türlerinin sayısının sağlıklı insanlara kı-yasla azaldığını kanıtlamıştır. Mikobiyota bileşimindeki değişiklikler mukozanın ha-sar onarımının zayıf olması ile ilişkilidir (hayvan modelinde). Probiyotik olarak verilen Sacharomyces boulardii, bağırsak iltihabını azaltabilir (hayvan modelinde). Ancak IBD'yi tedavi etmek için mantar topluluğu modifikasyonunun kullanımı daha fazla araştırmaya ihtiyaç duymak-tadır (Dragos Ciocan).

Son yıllarda, özofagus, mide, pankreas, kolorektal kanser, hepatoselüler karsinom ve gastrointestinal olmayan kanser - melanom, meme kanseri gibi insan kanserlerinin gelişiminde bağırsak mantarlarının ve bunların reseptörlerinin (örneğin, C-tipi lektin reseptörleri) potansiyel rolüne artan bir ilgi vardır. Bazı çalışmalar, fungal patojenlerin inflamatuar yanıtları indükleyerek tümör oluşumuna katkıda bulunabileceğini göstermektedir.

Görsel
Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Désactivé
Updated content
Désactivé
Hide image
Off
Kongreye geri dön

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve oti-zm spektrum bozukluğu olan çocuk ve ergenler belirgin mikrobiyota bileşimleri paylaşmaktadır

MAKALE YORUMLARI - Pediatrik bölüm 

Pr.Emmanuel Mas
Gastroenteroloji ve Beslenme Bölümü, Çocuk Hastanesi,Toulouse, Fransa

Etiketler

Bundgaard-Nielsen ve arkadaşlarının makalesine ilişkin yorum. [1]

Değişen bağırsak mikrobiyotası ile sırasıyla dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve otizm spektrum bozukluğu (OSB) arasında bir ilişki olduğu öne sürülmüştür. Bu nedenle yazarlar, bu bozuklukları olan veya olmayan çocuk ve ergenlerde bağırsak mikrobiyota kompozisyonunu analiz etmiş ve bu bakterilerin sistemik etkilerini değerlendirmişlerdir. Çalışmaya DEHB, OSB ve eşlik eden DEHB/ASD tanısı almış katılımcılar dahil edilirken, kontrol grupları hem kardeşlerden hem de akraba olmayan çocuklardan oluşmuştur. Bağırsak mikrobiyotası, V4 bölgesinin 16S rRNA gen dizilimi ile analiz edilirken, plazmada lipopolisakkarit bağlayıcı protein (LBP), sitokinler ve diğer sinyal moleküllerinin konsantrasyonu ölçülmüştür. Önemli olarak, DEHB ve ASD'li vakaların bağırsak mikrobiyota bileşimleri hem alfa hem de beta çeşitliliği açısından oldukça benzerken, akraba olmayan kontrollerden farklıydı. Ayrıca, DEHB ve OSB vakalarının bir alt kümesinde, etkilenmemiş çocuklara kıyasla, interlökin (IL)-8, 12 ve 13 ile pozitif korelasyon gösteren artmış LBP konsantrasyonu vardı. Bu gözlemler, DEHB veya OSB'li çocukların alt kümesi arasında bağırsak bariyerinin bozulduğunu ve bağışıklık düzensizliğini göstermektedir.

Bu konu hakkında halihazırda ne biliyoruz?

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozuklu-ğu (DEHB) ve otizm spektrum bozukluğu (OSB) nörogelişimsel bozukluklardır. DEHB ve OSB olan bu çocuklarda sıklık-la karın ağrısı ve kabızlık gibi gastrointes-tinal bozukluklar görülür. Bu bozuklukla-rın ortaya çıkmasında genetik anormallik-lerin yanı sıra çevresel risk faktörleri ve özellikle de beslenme rol oynamaktadır. Bu nedenle, ilaç tedavilerine paralel ola-rak, bağırsak-beyin ekseninin düzenlen-mesinde esas olan bağırsak mikrobiyo-munun kompozisyonuna bağlı olarak di-yet yönetimi önerilmektedir. Dahası, OSB'li  mikrobiyotasındaki   bir  değişimi açıklayabilecek nitelikte seçici beslenen kişiler olduğunu biliyoruz. Disbiyozise ek olarak, hem DEHB hem de OSB'de dü-şük dereceli sistemik inflamasyona ek olarak bağırsak geçirgenliğinde bir artış tanımlanmıştır. Bu çalışmanın amacı, sağlıklı kardeşler ve akraba olmayan kontrollerle karşılaştı-rıldığında DEHB, OSB ve hem DEHB hem de OSB olan gruplarda bağırsak mikrobiyotasındaki değişiklikleri analiz etmektir. İkincil hedefler ise bağırsak geçirgenliğini ve bağışıklık sistemini değerlendirmektir.

Görsel

Bu çalışmadan elde edilen temel bilgiler nelerdir?

32 DEHB, 12 OSB, 11 DEHB/ASD, 14, 5, 4 kardeş ve 17 akraba olmayan kontrol olmak üzere 5-17 yaş arası top-lam 95 çocuk. Gastrointestinal bozukluk-lar kabızlık şeklindeydi: DEHB %15,6 (kardeşler %7,1), OSB %8,3 (kardeşler %0), DEHB/ASD %18,2 (kardeşler %0), kontroller %5,9; karın ağrısı: DEHB %3,1 (kardeşler %0), OSB %16,7 (kardeşler %0), DEHB/ASD %18,2 (kardeşler %0), kontroller %0; ve daha az sıklıkla gastro-özofageal reflü. Atipik diyetin en yaygın olarak OSB'li çocuklar arasında (%50) görüldüğü, esasen gıda alımında çeşitlilik olmadığı tespit edilmiştir. Bağırsak mikrobiyotasının analizi DEHB, OSB, DEHB/ASD ve akraba olan ya da olmayan kontroller arasında alfa çeşitli-liğinde herhangi bir farklılık bulamamıştır; aksine, OSB'li kardeşlerde alfa çeşitliliği önemli ölçüde düşüktür (şekil 1). Bağır-sak mikrobiyota bileşimi, beta çeşitliliği-nin gösterdiği gibi DEHB ve OSB arasın-da çok benzerdi, ancak bu, akraba olma-yan kontrollere kıyasla DEHB ve OSB a-rasında önemli ölçüde farklılık vardı (şekil 2). Bağırsak mikrobiyota bileşimi-nin analizi, bazı DEHB, OSB veya DEHB /ASD'li çocukların Bacteroidetes filumun-da nispeten daha düşük bir miktar ve Ac-tinetobacteria'da daha fazla miktarda ol-duğunu göstermiştir. Tüm gruplarda Bac-teroides, Faecalibacterium, Blautia ve Bifidobacterium cinsleri baskındır; bazı çocuklar yüksek düzeyde Prevotella sergi-lemiştir.  Bakteri  cinslerinin  bolluğundaki farklılıklar DEHB, OSB ve kontroller arasın-da bulunmuştur (şekil 3). ancak DEHB ve OSB arasında bulunmamıştır.

Fekal kalprotektin veya lipopolisakkarit bağlayıcı protein (LBP) seviyeleri açısın-dan ne çeşitli gruplar arasında ne de ak-raba olan veya olmayan kontroller ara-sında bir fark gözlenmemiştir. Bununla birlikte, fekal kalprotektin ve LBP ile bakteriyel alfa ve beta çeşitlilikleri arasın-da herhangi bir korelasyon bulunma-mıştır. Çeşitli sitokinlerin ve kemokinlerin ölçümü çeşitli gruplar arasında anlamlı farklılıklar göstermemiştir; ancak, birkaç DEHB ve OSB bireyinde akraba olmayan kontrollere kıyasla daha yüksek IL1-RA seviyeleri ve beş DEHB çocuğu ile bir OSB çocuğunda akraba olmayan control-lere kıyasla daha yüksek IFN-g konsant-rasyonları görülmüştür. Son olarak, LBP ile IL-8 (p=0,023), IL-12 (p=0,018), IL-13 (p=0,035) ve PlGF (p=0,045) arasında zayıf pozitif korelasyonlar bulunmuştur; bu da bağırsak bariyer fonksiyonunun bozulmasının immün düzensizliğe yol açabileceğini düşündürmektedir.

Görsel
Kilit noktalar
  • DEHB ve OSB gibi nörogelişim bozukluklarında bağırsak mik-robiyotasında bir değişiklik olduğu doğrulanmıştır. Anor-mal bağırsak mikrobiyotası ve bağırsak geçirgenliğindeki artış muhtemelen düşük dereceli sistemik enflamas-yonla ilgilidir
Görsel

Pratikteki etkileri ne olacaktır?

Bu çalışma, ilgili kontrol grubuyla ilgili olarak, az sayıda birey üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bağırsak mikrobiyo-tasının yanı sıra bağırsak geçirgenliği, DEHB ve OSB'li çocuk ve ergenlerin tedavisi için uygun hedefler olabilir.

SONUÇ

DEHB ve OSB'li çocuklar ve ergen-ler benzer bir bağırsak mikrobiyo-tasına sahiptir, ancak bu mikrobi-yota akraba olmayan kontrollerden farklıdır. Dahası, bağırsak mikrobi-yotasının beta çeşitliliğindeki var-yasyonlar, LBP'deki artışta olduğu gibi, sistemik pro ve anti-enflama-tuar moleküller arasındaki farklılık-larla ilişkilendirilmiştir.

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Désactivé
Updated content
Désactivé
Hide image
Off
Yorum yapılan makale

Bağırsak mikrobiyom bileşimi, hastaların sağlıklı birinci derece akrabalarında Crohn hastalığının ileride oluşması ile ilişkilidir

MAKALE YORUMLARI - Yetişkin Bölümü 

By Pr. Harry Sokol

Gastroenteroloji ve Beslenme Bölümü, Saint-Antoine Hastanesi, Paris, Fransa

Raygoza Garay ve diğerlerinin Gastroenterology 2023 makalesine ilişkin yorum [1]

Background Dayanak ve amaçlar: Crohn hastalığının (CD) nedeni bilinmemektedir, ancak mevcut hipotez, mikrobiyal veya çevresel faktörlerin genetik olarak duyarlı bireylerde bağırsak iltihabını tetikleyerek kronik bağırsak iltihabına yol açtığı yönündedir. ÇH'li hastalarda yapılan vaka-kontrol çalışmaları bağırsak mikrobiyom bileşimindeki değişiklikleri listelemiştir; ancak bu çalışmalar bağırsak mikrobiyom bileşimindeki değişikliğin ÇH'nin başlangıcıyla mı ilişkili olduğunu yoksa inflamasyonun veya bir ilaç tedavisinin sonucu mu olduğunu ayırt edememektedir. Yöntemler: Bu prospektif kohort çalışmasında, ÇH'li hastaların 3.483 sağlıklı birinci derece akrabası, hastalığın başlangıcından önceki bağırsak mikrobiyom bileşimini ve bu bileşimin ÇH gelişme riskini ne ölçüde öngördüğünü belirlemek için çalışmaya alınmıştır. Gelecekte ÇH gelişimi ile ilişkili bir mikrobiyal iz tanımlamak için bağırsak mikrobiyom bileşiminin analizine (16S ribozomal RNA dizilemesine dayalı) bir makine öğrenimi yöntemi uygulanmıştır. Modelin performansı bağımsız bir doğrulama kohortunda değerlendirilmiştir. Sonuç: Bu çalışma, bağırsak mikrobiyom bileşiminin gelecekte ÇH gelişimiyle ilişkili olduğunu gösteren ilk çalışmadır ve bağırsak mikrobiyomunun Crohn hastalığının patogenezine katkıda bulunduğunu düşündürmektedir.

Görsel

Bu konu hakkında şimdiye kadar ne biliyoruz?

Crohn hastalığı (CD), bağırsağın tekrarlayan kronik enflamasyonu ile karakterize enflamatuar bir bağırsak hasta-lığıdır (IBD). ÇH'nin nedeni bilinmemek-tedir, ancak mevcut hipotez mikrobiyal veya çevresel faktörlerin genetik olarak yat-kın bireylerde bağırsak iltihabını tetik-leyerek iltihaplanmaya ve kronik lezyonlara yol açtığı yönündedir. ÇH'li hastalarla yapılan vaka-kontrol çalışmaları, bağırsak mikrobiyom bileşimindeki değişiklikleri listelemiştir [1]. Ancak bu çalışmalar, değişen bağırsak mikrobiyom bileşiminin Crohn hastalığının başlangıcıyla mı ilişkili olduğunu yoksa inflamasyonun veya bir ilaç tedavisinin sonucu mu olduğunu ayırt edememektedir. Bu soruları yanıtlamak için, Crohn hastalığı olan bireylerin sağlıklı birinci derece akrabalarında prospektif bir kohort çalışması olan Kanada projesi GEM (Genetic Environmental Microbial), Crohn hastalığının gelişimi ile ilişkili parametreleri belirlemek için tasarlanmıştır. Yazarlar, parametreler arasında, CD'nin başlangı-cından önceki bağırsak mikrobiyom profilini ve bu bileşimin CD geliştirme riskini ne ölçüde öngördüğünü inceledi. Yazarlar, Crohn hastalığı olan bireylerin sağlıklı birinci derece akrabalarından oluşan geniş bir kohortta (N = 3.483) bağırsak mikrobiyo-munun bileşiminin analizine, CD geliştirme riski ile ilişkili bir mikrobiyal imza tanım-lamak amacıyla bir makine öğrenimi yönte-mi uyguladı.

Görsel

Bu çalışmadan elde edilen temel bulgular nelerdir?

Yazarlar, GEM kohortundan elde edilen verilere dayanarak, gelecekte KD geliştirecek bireyleri sınıflandırmak için kullanılan bir mikrobiyom risk skoru (MRS) geliştirerek doğrulamışlardır. MRS'ye en fazla katkıda bulunan taksonlar, MRS ile pozitif korelasyon gösteren Ruminoccus torques ve Blautia 'nın artan miktarı iken (bu taksonların zararlı bir etkisi olduğunu düşündürmektedir), Roseburia cinsinin fazlalığı MRS ile negatif korelasyon göstermiştir (bu cinsin koruyucu bir etkisi olduğunu düşündürmektedir). Son olarak yazarlar, Faecalibacterium cinsinin miktarındaki artışın MRS'deki artışla ters orantılı olduğunu gözlemlemişlerdir. Bu çalışma, Faecalibacterium miktarındaki azalmanın, hastalığın başlangıcından yıllar önce gözlenebilen, CD'nin preklinik bir belirtisi olabileceğini gösteren ilk çalışmadır ve bu antiflamatuar bakterideki azalma   ile  nedensel  bir   ilişki  olduğunu düşündürmektedir [2]. Anlamlı bir şekilde ÇH'nin başlangıcından önce mikrobiyom-daki değişiklikler bağırsak iltihabının var-lığından bağımsız olarak gözlenmiştir (fe-kal kalprotektin seviyeleri ile gösterilmiş-tir) Yazarlar ayrıca kohortun bir alt gru-bundan alınan dışkı örneklerinin metabo-lomik analizini de gerçekleştirmişlerdir. Sitozin ve türevi olan sitidin, MRS ile en güçlü negatif korelasyonu göstermiştir. Ayrıca, MRS'nin pre-KH imzası, gentisat ve nikotinat gibi anti-enflamatuar veya antioksidan aktiviteye sahip metabolitlerde azalma ile ilişkilendirilmiştir. Bu koruyucu metabolitler aynı zamanda Faecalibacterium ve Lachnospira bolluğu ile pozitif korelasyon göstermiştir ki bu da bu metabolitlerin çokluğu ile mikrobiyal kompozisyon arasında potansiyel bir biyolojik etkileşim olduğunu göstermektedir

Key points
  • The gut microbiota becomes altered several years before the diagnosis of Crohn’s disease, independently of the existence of intestinal inflammation, suggesting that the microbiome has a causal role in Crohn’s disease
  • A Microbiome Risk Score may identify subjects at most risk of developing Crohn’s disease
  • Early action targeting the microbiome may be proposed in patients identified as being at risk of developing Crohn’s disease

Pratikteki etkileri ne olacaktır?

Bu çalışma, Crohn hastalığına yaka-lanma riski taşıyan sağlıklı bireylerin mik-robiyomunun analiz edilmesinin, yüksek risk   altındaki kişileri belirleyebileceğini ve böylece bu kişilerin yakından izlen-mesine ve mikrobiyal dengesizliği değiş-tirmek ve dolayısıyla hastalığa yakalan-ma riskini azaltmak için tasarlanmış mü-dahalelerin başlatılmasına olanak sağla-yabileceğini öne sürmektedir.

SONUÇ

Bu çalışma, bağırsak mikrobiyomu bileşimindeki değişikliklerin Crohn hastalığı tanısından yıllar önce meydana geldiğini gösteren ilk çalışmadır. Bu durum, bağırsak mikrobiyomunun Crohn hastalığının patogenezine katkıda bulunduğunu ve önleme ve/veya tedavi için potansiyel bir hedef olabileceğini düşündürmektedir.

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Désactivé
Updated content
Désactivé
Hide image
Off
Yorum yapılan makale

Sağlıklı beslenmenin bir göstergesi olarak bağırsak mikrobiyomu

Anissa M. Armet 1 , João F. Mota 2,3 ve Jens Walter 3
1 Department of Agricultural, Food & Nutritional Science, University of Alberta, Edmonton, Alberta, Canada
2 Faculty of Nutrition, Federal University of Goiás, Goiânia, Goiás, Brazil
3 APC Microbiome Ireland, School of Microbiology, Department of Medicine, and APC Microbiome Institute, University College Cork – National University of Ireland, Cork, Ireland

Kronik bulaşıcı olmayan hastalıklar (BOH) sanayileşmiş toplumlarda salgın boyutlarına ulaşmıştır ve bu gelişme açıkça batı tarzı beslenme alışkanlıklarındaki değişikliklerle bağlantılıdır. BOH'lar aynı zamanda bağırsak mikrobiyomu ile de bağlantılıdır ve hayvan modellerinde yapılan araştırmalar, patolojilerin gelişimi için diyet-mikrobiyom etkileşimlerinin yanı sıra altta yatan mekanizmaların nedensel önemini ortaya koymuştur. Burada mikrobiyom bilimi perspektifinden sağlıklı beslenmeyi neyin oluşturduğunu tartışıyor ve diyet-mikrobiyom etkileşimlerinin mekanizmasal olarak anlaşılmasının beslenme tartışmalarını aydınlatabileceğini ve daha sağlıklı diyetlerin geliştirilerecek ilerlemeleri savunuyoruz.
 

Bağırsak mikrobiyomunun insan sağlığı-nı etkilemede önemli bir rol oynadığına dair kanıtlar giderek artmaktadır. Diyet bu ilişkinin merkezinde yer almaktadır ve ba-tı tarzı beslenme şekilleri, sosyo-ekono-mik olarak gelişmiş toplumlarda bulaşıcı olmayan kronik hastalıkların (BOH) son zamanlarda şiddetlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Burada, mikrobiyom bilimi perspektifinden sağlıklı beslenmeyi neyin oluşturduğunu tartışıyor ve bu kanıtları Bağırsak mikrobiyomunun insan sağlığı-nı etkilemede önemli bir rol oynadığına dair kanıtlar giderek artmaktadır. Diyet bu ilişkinin merkezinde yer almaktadır ve ba-tı tarzı beslenme şekilleri, sosyo-ekono-mik olarak gelişmiş toplumlarda bulaşıcı olmayan kronik hastalıkların (BOH) son zamanlarda şiddetlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Burada, mikrobiyom bilimi perspektifinden sağlıklı beslenmeyi neyin oluşturduğunu tartışıyor ve bu kanıtları

Mikrobiyom perspektifinden sağlıklı beslenme

İşlenmiş gıdalara karşı tamamen bitkisel gıdalar

İncelediğimiz tüm diyet kılavuzlarına göre [1], sınırlı işlemden geçmiş bütün bitkisel gıdalar (sebzeler, meyveler, tam tahıllar, baklagiller ve kabuklu yemişler) günlük diyete dahil edilmelidir (şekil 1). Bu öneri mikrobiyom perspektifinden de destek-lenmektedir (şekil 2 ve şekil 3). Bütün bitkisel     gıdalar,     bazıları      fermente edilebilen ve mikroplar için büyüme substratları sağlayan diyet liflerinin doğal olarak bulunan tek kaynağıdır. Bitki çeşit-liliği mikrobiyom çeşitliliğini koruyabilir ve lif fermantasyonu, çok çeşitli metabolik (toklukla ilgili hormonlar ve gelişmiş insülin duyarlılığı), fizyolojik (artan mukus üretimi ve sıkı bağlantı ekspresyonu) ve ekolojik (patojen inhibisyonu) etkiler oluşturan kısa zincirli yağ asitleri (SCFA'lar) gibi metabolitlerle de sonuçlanır [2]. Buna ek olarak, bakteriler için substratların sağlan-ması, farelerde mukus yıkımını ve muteakip enflamasyonunu ve enfek-siyonları önler [3]. Bütün bitkisel gıdalarda bulunan ve çoğu ince bağırsakta emilmeyen fitokimyasallar da bağırsak mikrobiyotası tarafından biyoyararla-nımlarını, emilimlerini, antioksidan ve immünomodülatör etkilerini artıran biyotransformasyona uğrarlar [4], ancak bu etkileşimlerin sağlık için önemi daha az aydınlatılmıştır. Son olarak, çoğu tam bitkisel gıdanın işlevsel özellikleri ve beslenme kalitesi (örneğin, besin bileşimi ve erişilebilirliği), mikrobiyom bileşimini ve bağırsak bariyeri işlevini bozan işlenmiş gıdalardan çok daha üstündür (şekil 2).

Görsel

Tam tahıllar

Tam tahılların iyi bilinen metabolik ve immünolojik faydalarında bağırsak mikro-biyomunun potansiyel rolü giderek daha fazla araştırılmaktadır. Tam tahılların kepek tabakası, bağırsak mikrobiyotası tarafından faydalı metabolitlere fermente edilen arabinoksilanlar ve β-glukanlar gibi diyet lifleri içerir. Tam tahılların anti-enflamatuar etkileri, SCFA üreticilerinin zenginleştirilmesiyle ilişkilendirilmiştir [5]. Tam tahıllı arpa ekmeğine yanıt veren ve Prevotella içeren insanlardan alınan fekal mikrobiyota ile kolonize edilen mikropsuz farelerde, glikoz toleransında insanlar-daki etkiyi yansıtan iyileşme gözlenmiştir [6]. Buna ek olarak, başlangıçta Prevo-tella barındıran aşırı vücut ağırlığına sahip bireyler, tam tahıl açısından zengin bir diyetle yüksek kilo kaybı göster-mektedir [7]. Bu çalışmalar, tam tahılların metabolik faydalarının en azından bir kısmına bağırsak mikrobiyo-munun aracılık ettiğini göstermektedir (şekil 3).

Görsel

Protein kaynakları

Diyet kılavuzlarının çoğu, diğer hayvan-sal protein kaynakları, özellikle de kırmızı et yerine bitki bazlı proteinli gıdaların (ör. baklagiller, kabuklu yemişler), balık (ör. yağlı balıklar) ve kümes hayvanlarının tü-ketilmesini önermektedir (şekil 1). Bakla-giller ve kabuklu yemişler lif bakımından zengindir ve konakçı-mikrop etkileşim-lerini düzenleyen fitokimyasallar ve ome-ga-3 yağ asitleri içerir (şekil 3). Günlük ceviz   özellikle  Roseburia   olmak   üzere bütiratı artırmıştır [8]. Maş fasulyesi takvi-yesi, yüksek yağlı diyetlerle beslenen fa-relerde kilo alımını ve yağ birikimini azalt-mış, ancak aynı diyetlerle beslenen mik-ropsuz farelerde azaltmamış ve mikrobi-yomun nedensel bir rolünü ortaya koy-muştur [9]. Tüm hayvansal bazlı proteinli gıdalar ara-sında, yağlı balıklar muhte-melen mikro-biyom kaynaklı en büyük im-münolojik ve metabolik yararı gösteren gıdalardır [1].

Beslenme Şekilleri

Sağlığın tek tek gıdalardan veya besinler-den değil, bunların birbirine bağlılığından ve sinerjik etkilerinden etkilendiğinin farkına varılması, 2020-2025 Amerikalılar için Bes-lenme Rehberi ve Kanada'nın gıda rehberi gibi yakın zamanda güncellenen birçok beslenme rehberinde diyet modellerine vurgu yapılmasına yol açmıştır. Akdeniz diyeti, konakçı-mikrop etkileşimleri üzerin-de olumlu etkileri olan birçok besin grubunu bir araya getirmektedir. Bu etkileşimleri a-raştırmak için birkaç randomize kontrollü çalışma yürütülmüş ve Akdeniz diyetinin metabolik, immünolojik ve bilişsel fayda-larının Faecalibacterium prausnitzii ve Ro-seburia miktarlarındaki artışlarla bağlantılı olduğunu göstermiştir [10].

Görsel

Bağırsak mikrobiyomu sağlıklı beslenme konusundaki tartışmalara nasıl ışık tutuyor?

Kırmızı ve İşlenmiş et


Çoğu diyet rehberi ve çeşitli tıp dernekleri kırmızı etin azaltılmasını ve işlenmiş etlerden kaçınılmasını önermektedir, ancak 2019'da yapılan bir dizi sistematik inceleme, bunların sağlık sonuçlarıyla bağlantılarına dair yalnızca zayıf kanıtlar olduğu sonucuna varmıştır [11]. Bağırsak mikrobiyomu bu tartışmada yararlı bir bakış açısı sağlamaktadır. Et proteininin bağırsak mikropları tarafından proteolitik fermantasyonu amonyak, p-kresol ve hidrojen sülfür gibi toksik metabolitleri artırır [12]. Doymuş yağ oranı yüksek olan işlenmiş etler, safra asitlerinin ince bağırsağa salgılanmasını ve daha sonra mikroplar tarafından ikincil safra asitlerine dönüştürülmesini teşvik eder. Buna ek olarak, işlenmiş etlerde kullanılan tedavi maddeleri, nitrat ve nitrit, N-nitroso bileşiklerine mikrobiyal biyotransformasyon için substratlardır. Bu nedenle toksikolojik değerlendirmeler mevcut diyet önerilerini desteklemektedir (şekil 3).

Protein   fermantasyonundan   kaynaklanan metabolitler (örneğin hidrojen sülfür, amonyak) daha düşük toksisiteye sahiptir ve şu anda insan kanserojenleri olarak sınıflandırılmamıştır, bu da yağsız kırmızı etin orta düzeyde tüketiminin muhtemelen sınırlı risk taşıdığı sonucunu desteklemektedir. Buna karşılık, işlenmiş et tüketiminden kaynaklanan N-nitroso bileşikleri ve ikincil safra asitleri kanserojen olup, işlenmiş et tüketiminden kaçınma veya tüketimini en aza indirme önerilerini desteklemektedir.

Görsel

Sağlıklı beslenme için mikrobiyom merkezli öneriler

  • Beslenme kılavuzlarındaki tavsiyelere uyun (şekil 1).
  • Bitkisel besin çeşitliliği en üst düzeye çıkarın ve lif seviyelerini şu anda önerilenin (25-38 gram/gün) ötesine taşımaya çalışın. 
  • Yüksek miktarda ilave şeker, tuz, doymuş ve trans yağ içeren gıdala-rın yanı sıra işlenmiş et ve yüksek yağlı süt ürünlerini en aza indirin.
  • Yoğurt, fermente sebzeler, kefir ve kombucha gibi şeker, yağ ve tuz oranı düşük, canlı mikroplar içeren (ısıl işlem görmemiş) fermente gıdaları dahil edin.

Süt ürünleri

Diyet kılavuzlarının çoğu yağsız ve az yağlı (%0-2) süt ürünlerini tavsiye etmekte ve yüksek yağlı (>%25) süt ürünlerinden (örn.  Bazı  peynirler,  krema  bazlı ürünler, tereyağı) kaçınılmasını önermektedir. Bununla birlikte, zararlı etkileri sorgulan-masına rağmen bazı diyet kılavuzlarında tavsiye edilmeyen tam yağlı süt ürünleri (~% 3,5) konusunda bir fikir birliği yoktur. Süt yağı ve bağırsak mikrobiyomu ara-sındaki etkileşimler bu tartışmayla ilgili-dir. Süt kaynaklı doymuş yağlar, pro-enf-lamatuar olan ve fare modellerinde kolit [13] gibi hastalıklara neden olan Bilophila wadsworthia'yı indükler. Bu mekanistik bulgular, süt ürünlerini az yağlı çeşitlerle sınırlandırmaya yönelik diyet önerilerini desteklemektedir (şekil 3).

Düşük karbonhidrat diyeti

Düşük karbonhidratlı diyetler, kısa vadede kayda değer kilo kaybı ve metabolik faydalar sağlayabildikleri için popülerdir, ancak sonuçlar uzun vadede sürdürülebilir. olmayabilir. Bu diyetlerde yağ ve/veya protein oranı yüksektir ve genellikle lif oranı düşüktür. Sonuç olarak, N-nitroso bileşiklerinin konsant-rasyonlarının artması ve bütirat ve anti-enflamatuar fenolik bileşiklerin seviye-lerinin azalması ile zararlı bir metabolik profile neden olurlar [14]. Bağırsak mik-robiyotası üzerindeki etkileri nedeniyle, düşük karbonhidratlı diyetler bu nedenle uzun süre tüketildiğinde sağlığa zararlı olabilir.

Görsel

Mikrobiyom aracılığıyla sağlıklı beslenme

Her ne kadar uluslararası beslenme kılavuzları son derece tutarlı ve sağlıklı beslenmenin ne olduğu konusunda mükemmel bir yol gösterici olsa da, mikrobiyomun daha sistematik bir şekilde  ele alınması yoluyla iyileştirmeler ve yenilikler için fırsat mevcuttur

Evrimsel yaklaşımlar ve mikrobiyom restorasyonu

İnsan-mikrobiyom ortak yaşamı milyon-larca yıl boyunca çevresel ve besinsel bağlamda evrimleşmiştir. Bulaşıcı olma-yan hastalıklarda önemli bir artışa yol açan sanayileşme, mikrobiyom çeşitlili-ğini azaltmış, karbonhidrat kullanımı için mikrobiyomun enzimatik kapasitesini düşürmüş, mukus parçalayan organiz-malar ve enzimler için zenginleştirmiş ve mikrobiyal simbiyontların kaybına yol açmıştır. Bu nedenle, lif alımını şu anda diyet kılavuzlarında tavsiye edilen gün-de 25-38 gramın ötesine çıkarmak tartı-şılmaktadır ve bu hem gözlemsel hem de takip çalışmaları tarafından destek-lenmektedir [15]. ütün gıdalardan daha fazla lif alımını desteklemenin yanı sıra, prebiyotik, probiyotik ve sinbiyotik stratejiler yoluyla sanayileşmenin bağırsak mikrobiyomu üzerindeki etkisini düzeltmek için güçlü bilimsel dayanaklar bulunmaktadır.

Görsel

Probiyotikler ve prebiyotikler

Birçok çalışma probiyotik ve prebiyotiklerin belirli tıbbi hedefler için kullanıldığında klinik faydalar sağladığını göstermiş olsa da, çok az sağlık beyanı düzenleyici kurumlar tarafından onaylanmıştır. Buna ek olarak, tüketimlerinin bulaşıcı olmayan hastalık riskini azalttığına dair çok az kanıt vardır ve ulusal diyet kılavuzlarının büyük çoğunluğu bunları sağlıklı bir diyetin parçası olarak dahil etmek için önerilerde bulunmamıştır. Kronik hastalıkları daha sistematik bir şekilde önlemek için probiyotikler, prebiyotikler ve bunların kombinasyonlarını (sinbiyotikler) geliştirmek için büyük bir fırsat vardır. Devam eden araştırmalar, sanayileşmenin bağırsak mikrobiyomu çeşitliliği ve işlevi üzerindeki etkisini düzeltmek için bu stratejilerin kullanımını araştırmaktadır. Bu alanda ürünler geliştirilmiş ve pazarlanmıştır, ancak iyi kontrollü RCT'lerde klinik doğrulama gerektirmektedir ve mevcut araştırmalar herhangi bir genel tavsiyede bulunmak için çok erken aşamadadır.

Canlı mikroorganizmalar

Sanayileşmenin bir diğer özelliği de mikro- biyal maruziyetin azalmasıdır. Biyoçeşitlilikhipotezi, insan mikrobiyomunu zenginleş-tirmek, bağışıklık dengesini desteklemek ve alerji ve enflamatuar bozukluklardan korunmak için doğal ortamlarla temasın gerekli olduğunu belirtmektedir. Probiyo-tikler canlı mikroplar sağlar ve bu bağ-lamda onlarca yıldır incelenmekte ve piya-saya sürülmektedir (“Probiyotikler ve prebiyotikler” kutucuğuna bakınız). Ayrıca kefir, yoğurt, kombu çayı ve lahana turşusu gibi fermente gıdalar çiğ tüketildikleri takdirde yüksek sayıda canlı mikrop (bakteri ve mantar) içerebilir. Fermente gıdalarda bulunan mikroplar, insan bağırsak ekosistemindeki yerleşik olmayan yapıları nedeniyle insan bağırsağında kolonize olmasalar da, yine de insan dışkı mikrobiyotasında tespit edilebilirler ve konakçı ile doğrudan etkileşime girebilirler.

Görsel

Bazı beslenme kılavuzları, yoğurt ve fermente sütler gibi fermente gıdaları tavsiyelerinin bir parçası olarak içermektedir ve bunların faydaları gözlemsel çalışmalarda ve daha küçük RKÇ'lerde giderek daha fazla rapor edilmektedir, ancak daha iyi kontrol edilmiş insan çalışmalarına ihtiyaç vardır.

Kişiye özel beslenme

İnsanlar diyet uygulamalarına verdikleri yanıtlar bakımından farklılık göster-mektedir ve bu da şu anda diyet kıla-vuzlarında uygulanan herkese uyan tek tip yaklaşımı sorgulamaktadır. Hassas veya kişiselleştirilmiş beslenme, beslen-me önerilerini bireyin biyolojisine (genler, metabolizma vb.) göre uyarlamayı amaç-lamaktadır. Mikrobiyom ölçümleri, has-sas beslenme stratejilerinin önemli bir bi-leşeni haline gelebilir. Halihazırda birkaç şirket dışkı mikrobiyomuna dayalı kişi-selleştirilmiş beslenme tavsiyeleri sunsa da, bu hizmetler herhangi bir düzenleyici otorite tarafından onaylanmadığından tavsiyelerin doğruluğu konusunda belir-sizlik söz konusudur. Ulusal beslenme kı-lavuzları şu anda hassas veya kişisel-leştirilmiş yaklaşımları dikkate almamak-tadır ve bunların nüfus ölçeğinde uygu-lanması zor olacaktır. Beslenmeyi kişi-selleştirmek için bilimsel bir gerekçe olmasına rağmen, çoğu bireyin yukarıda tartışılan diyet önerilerinden faydalana-cağını belirtmek gerekir. 

Sonuç

Diyetin birçok fizyolojik etkisi diyet-mikrop-konak etkileşimlerinden etkilenebileceğinden, bağırsak mikrobiyomu beslenme araştırmalarının “kara kutusunu” oluşturabilir. Mikrobiyomun diyetin fizyolojik etkilerine ne ölçüde nedensel katkıda bulunduğunu ve hayvan modellerinde tespit edilen hangi mekanizmaların insanlar için geçerli olduğunu belirlemek için ek araştırmalara ihtiyaç vardır. Bununla birlikte, mevcut kanıtlar, diyetin etkilerinde bağırsak mikrobiyomunun önemli bir rol oynadığını güçlü bir şekilde desteklemekte ve diyet-mikrobiyom etkileşimlerinin mekanizmalarının anlaşılmasının beslenme tartışmalarını aydınlatabileceğini ve daha sağlıklı diyetlerin geliştirilmesini sağlayabileceğini vurgulamaktadır.

Sources

1. Armet AM, Deehan EC, O’Sullivan AF, et al. Rethinking healthy eating in light of the gut microbiome. Cell Host Microbe 2022; 30: 764-85.
2. Blaak EE, Canfora EE, Theis S, et al. Short chain fatty acids in human gut and metabolic health. Benef Microbes 2020; 11: 411-55.
3. Desai MS, Seekatz AM, Koropatkin NM, et al. A dietary fiber-deprived gut microbiota degrades the colonic mucus barrier and enhances pathogen susceptibility. Cell 2016; 167: 1339-53 e21.
4. Chang SK, Alasalvar C, Shahidi F. Superfruits: phytochemicals, antioxidant efficacies, and health effects - a comprehensive review. Crit Rev Food Sci Nutr 2019; 59: 1580-604.
5. Martínez I, Lattimer JM, Hubach KL, et al. Gut microbiome composition is linked to whole grain-induced immunological improvements. ISME J 2013; 7: 269-80.
6. Kovatcheva-Datchary P, Nilsson A, Akrami R, et al. Dietary fiber-induced improvement in glucose metabolism is associated with increased abundance of Prevotella. Cell Metab 2015; 22: 971-82.
7. Roager HM, Christensen LH. Personal diet-microbiota interactions and weight loss. Proc Nutr Soc 2022: 1-28.
8. Creedon AC, Hung ES, Berry SE, Whelan K. Nuts and their effect on gut microbiota, gut function and symptoms in adults: a systematic review and meta-analysis of randomised controlled trials. Nutrients 2020; 12: 2347.
9. Nakatani A, Li X, Miyamoto J, et al. Dietary mung bean protein reduces high-fat diet-induced weight gain by modulating host bile acid metabolism in a gut microbiota-dependent manner. Biochem Biophys Res Commun 2018; 501: 955-61.
10. Kimble R, Gouinguenet P, Ashor A, et al. Effects of a mediterranean diet on the gut microbiota and microbial metabolites: a systematic review of randomized controlled trials and observational studies. Crit Rev Food Sci Nutr 2023; 63: 8698-719.
11. Johnston BC, Zeraatkar D, Han MA, et al. Unprocessed red meat and processed meat consumption: dietary guideline recommendations from the Nutritional Recommendations (NutriRECS) Consortium. Ann Intern Med 2019; 171: 756-64.
12. Louis P, Hold GL, Flint HJ. The gut microbiota, bacterial metabolites and colorectal cancer. Nat Rev Microbiol 2014; 12: 661-72.
13. Devkota S, Wang Y, Musch MW, et al. Dietary-fat-induced taurocholic acid promotes pathobiont expansion and colitis in Il10-/- mice. Nature 2012; 487: 104-8.
14. Russell WR, Gratz SW, Duncan SH, et al. High-protein, reduced-carbohydrate weight-loss diets promote metabolite profiles likely to be detrimental to colonic health. Am J Clin Nutr 2011; 93: 1062-72.
15. Reynolds A, Mann J, Cummings J, et al. Carbohydrate quality and human health: a series of systematic reviews and meta-analyses. Lancet 2019; 393: 434-45.

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Désactivé
Updated content
Désactivé
Hide image
Off
Kalem Bağırsak mikrobiyotası

Fonksiyonel dispepsi

Kulağa garip gelen ismine rağmen, fonksiyonel dispepsi yaygın bir sindirim bozukluğudur. Karakteristik semptomlar arasında mide ağrısı veya mide ekşimesi, aşırı dolu mide hissi, rahatsızlık ve bulantı yer alır. Hayatı tehdit edici olmamasına rağmen, bağırsak mikrobiyotasının da dahil olduğu bu bozukluk yaşam kalitesini etkilemektedir. Semptomlar diyetimizi değiştirerek veya potansiyel olarak probiyotikler kullanarak bağırsak florasını değiştirerek hafifletilebilir.

Bağırsak mikrobiyotası

Fonksiyonel dispepsi nedir?

Dispepsinin ana semptomlari

Halk arasında çok az bilinen fonksiyonel dispepsi (FD), az teşhis edilen ve günümüzde hala tam olarak anlaşılamayan çok yaygın bir gastrointestinal bozukluktur. FD, Kuzey Amerika'daki pratisyen hekim ziyaretlerinin %3 ila %5'ini oluşturmaktadır !

Dispepsi terimi Yunanca "dys" (kötü) + "pepsis" (sindirim) kelimelerinden gelmektedir.

FD'nin çeşitli semptomları her zaman zayıf sindirim hissi ile ilişkilidir 2

  • yemeğinizi bitirmeden çok önce tok hissetme,
  • gayet makul büyüklükte bir yemek yemiş olmanıza rağmen çok fazla yemiş olma hissi (mide ağır ve şişkin hissedilir),
  • midenin üst kısmında ağrı veya yanma,
  • iştah kaybı,
  • geğirme veya hıçkırık,
  • bulantı ve hatta kusma.

Uyarı!

Semptomların FD olarak nitelendirilebilmesi için uzun süreli olması gerekir: en az altı ay boyunca yaşanmış ve en az üç ay üst üste mevcut olmalıdır.

İki tür FD vardır:

  • Semptomların doğrudan yemekle ilgili olmadığı epigastrik ağrı sendromu (mide ekşimesi vb.).
  • Yemek sonrası distress sendromu, yemekten sonra midede şişkinlik hissi (yemek sonrası dolgunluk) veya yemek bitmeden tokluk hissi ile karakterize edilir;

Biliyor muydunuz?

Sindirim organları ve dokularında herhangi bir yapısal anormallik eşlik etmediği için bu bozukluk fonksiyonel dispepsi olarak adlandırılır. Semptomlar midede bir lezyon (ülser yok) veya başka bir organik veya yapısal anormallik ile açıklanamaz: tüm testler (gastroenteroskopi, ultrason, CT taraması vb.) negatif çıkar.

Hastalık ne kadar yaygındır? En çok kimler risk altındadır?

Çalışmalar, dünya genelinde yetişkinlerin %10 ila %30'unun ve çocukların %3 ila %27'sinin FD'den etkilendiğini göstermektedir 2. Kadınlar, sigara içenler ve non-steroid anti-inflamatuar ilaç (ibuprofen, ketoprofen) kullananlar daha büyük risk altındadır 3.

%7 Dünya genelinde yetişkinlerin %10-%30'u ve çocukların ⁴

%3,5-%27 27'si Kaynak ⁴

Hastalar için sonuçları göz ardı edilebilir olmaktan uzaktır: FD'den etkilenenlerin üçte ikisi, yaşam kalitelerini ve refahlarını etkileyebilecek kalıcı ve düzensiz semptomlardan muzdariptir 1.

Fonksiyonel dispepsi ile ilişkili faktörler nelerdir?

Yaşam tarzı, diyet...

Diyet

FD semptomlarının tetiklenmesinde diyetin oynadığı rol giderek daha açık hale gelmektedir. Suçlular mı? Her şeyden önce yağlı yiyecekler. Ancak yalnız değiller. Karbonhidrat içeren gıdalar, süt ve süt ürünleri, turunçgiller, baharatlı yiyecekler, kahve ve alkol de suçlanmaktadır  5. Ancak bu çalışmaların sonuçları belirsizliğini korumaktadır.

Hangi gıdalar hangi semptomlarla ilişkilidir?

  • Yemekten sonra çok tok hissetmek: kırmızı et, muz, ekmek, buğday, kek, makarna, sosis, kızarmış yiyecekler, fasulye, mayonez, süt, çikolata, yumurta, tatlılar, portakal ve diğer turunçgiller
  • Geğirme: alkolsüz içecekler, soğan, fasulye, süt ve muz
  • Midenin üst kısmında yanma: kahve, peynir, soğan, biber, süt, çikolata, ananas 5

Zihin de bir rol oynayabilir; kötü bir deneyimin anısı, hastaların semptomları önceden tahmin etmesine ve tekrar maruz kaldıklarında bunları aşırı deneyimlemelerine yol açabilir. Deneyimler, bir hastanın dikkatini bilişsel bir görevle dağıtmanın semptomlarını unutturmak için yeterli olduğunu göstermiştir. Tersine, bir yoğurdun yağ içeriğinin gerçekte olduğundan daha yüksek olduğunu söylemek, hastaların hissettiği mide bulantısını artırır.

FODMAP'ler ve dispepsi

FODMAP'ler (fermente edilebilir oligosakkaritler, disakkaritler, monosakkaritler ve polioller) insanların sindirmekte zorlandığı karbonhidratlardır. Bu nedenle bağırsak bakterileri (özellikle Bifidobakteriler) tarafından fermente edilirler, bu da gaz üretimine ve dolayısıyla şişkinliğe neden olur. Diğer potansiyel etkileri arasında sindirim içeriğindeki su hacminin artması ve (sidenote: Kısa zincirli yağ asidi Kısa zincirli yağ asitleri, bireyin hücrelerinin enerji kaynaklarından (yakıt) biridir. Bağışıklık sistemi ile etkileşim içindedir ve bağırsak ve beyin arasındaki iletişimde rol oynar. Silva YP, Bernardi A, Frozza RL. The Role of Short-Chain Fatty Acids From Gut Microbiota in Gut-Brain Communication. Front Endocrinol (Lausanne). 2020;11:25.   ) (propiyonat, bütirat ve asetat) aşırı üretimi yer alır. Son klinik çalışmalar FODMAP'lerin FD patogenezinde rol oynayabileceğini düşündürmektedir 6.

stres ve anksiyete

FD hastaları genellikle stresli ve endişelidir: büyük bir çalışma, anksiyetenin hastalıkla ve daha spesifik olarak yemek sonrası distessle açıkça bağlantılı olduğunu göstermiştir; 18.000 Japon üzerinde yapılan başka bir çalışma, FD semptomları olan hastaların günlük olarak daha stresli hissettiklerini, yeterince uyuyamadıklarından daha sık bahsettiklerini ve uykuya dalmakta daha fazla zorluk çektiklerini göstermiştir 5.

fiziksel aktivite eksikliği

FD hastaları genellikle daha düşük düzeyde fiziksel aktivite bildirmektedir. Sporun aslında semptomları azaltabileceği ve şişkinlikten muzdarip kişilerde transit geçişi ve gaz tahliyesini iyileştirebileceği görüldüğü için bu talihsiz bir durumdur 5.

Microbiota & sport: competitive micro-organisms

Learn more

Tütün

2.560 İsveçli üzerinde yapılan bir araştırma, sigara içenlerin yemek sonrası sıkıntı sendromu riskinin daha yüksek olduğunu göstermektedir: günde 10 ila 19 sigara içmek riski %42 oranında artırırken, günde bir paketten fazla sigara içmek riski iki katından fazla artırmaktadır 7.

 

Obezite

Obezite, FD dahil olmak üzere birçok gastrointestinal semptomla ilişkilidir. Çeşitli hipotezler öne sürülmüştür: örneğin, obez kişilerde, vücudu yağların varlığına karşı uyarmaktan sorumlu oral ve bağırsak reseptörleri değişmiş olabilir, bu da bu hastalarda gastrointestinal etkileri artırarak onları diyet yağlarına karşı daha hassas hale getirebilir 5.

Bazı uzmanlar da FD ve metabolik sendrom arasında karşılıklı bir bağlantı olduğuna, her birinin diğerini destekleyerek bir kısır döngü yarattığına işaret etmektedir 1.

 

Helicobacter pylori bakterisi

1980'lerden bu yana, midenin oldukça asidik olmasına rağmen steril olmadığı bilinmektedir. Hatta H. pylori bakterisi de dahil olmak üzere bir mikroorganizma topluluğu barındırmaktadır. Bununla birlikte, H. pylori enfeksiyonunun FD'nin başlangıcına ve ilerlemesine yol açtığı görülmektedir: H. pylori enfeksiyonu öyküsü olan hastalarda FD gelişme riski daha yüksektir 2.

mikrobiyota nasil bir rol oynar ?

Dysbiosis, metabolitlerin rolü...

Sindirim sistemi boyunca disbiyoz

Sindirim sistemi, 1.000'den fazla farklı türden yaklaşık 100 milyar mikroorganizmaya ev sahipliği yapar ve bunlar gastrointestinal mikrobiyota olarak bilinir.

Proteobacteria, Firmicutes, Actinobacteria ve Bacteroidetes bu topluluğa hakimdir ve bağırsak mikrobiyotasının %98'inden fazlasını oluşturur; Firmicutes baskındır, onu Actinobacteria ve Bacteroidetes takip ede 2. En azından sağlıklı hastalarda. FD gibi hastalıklardan muzdarip olanlarda bu denge bulunmaz; bunun yerine ağızdan anüse kadar sindirim sistemi boyunca bir disbiyoz görülür 2.

In functional dyspepsia patients, studies have found, for example:

  • a higher abundance of Firmicutes, streptococcus (associated with symptoms in the upper stomach), Bifidobacterium and Clostridium
  • a lower abundance of Prevotella (accompanied by more symptoms of discomfort after eating)

FD hastalarında, çalışmalar örneğin şunları bulmuştur:

  • Firmicutes, Streptococcus (üst midede semptomlarla ilişkili), Bifidobacterium ve Clostridium'un daha yüksek
  • bir bolluğu; daha düşük Prevotella bolluğu (yemekten sonra daha fazla rahatsızlık belirtisi ile birlikte).

"Disbiyoz"" diye bir şey duydunuz mu?

Daha fazla bilgi edinin

Mikrobiyal metabolitlerin rolü

Mikrobiyotanın FD'deki rolü, mevcut bakterilerle sınırlı değildir, çünkü bu bakterilerin her biri, konakçı sağlığı ve çok sayıda hastalığın başlangıcı ve ilerlemesiyle yakından bağlantılı olan hem yararlı hem de zararlı çeşitli aktif moleküller salgılar 2,3. Örneğin:

  • Bazı bakteriyel metabolitler faydalı etkiye sahipken (örneğin Firmicutes tarafından üretilen kısa zincirli yağ asitleri)
  • diğerleri konakçı için zararlıdır (örneğin Bacteroidetes ve Prevotellaceae tarafından üretilen pro-inflamatuar sfingolipidler) 3
Troubles-fonctionnels-intestinaux-image-1

Hangi mekanizmalar söz konusudur?

Bağışıklık, bağırsak-beyin ekseni...

Birçok gri alan kalsa da, araştırmacılar FD'nin arkasındaki mekanizmaların muhtemelen çok faktörlü olduğuna ve hastadan hastaya değiştiğine inanmaktadır 8. Dolayısıyla, FD'de bir dizi mekanizma söz konusudur:

bağırsak bariyerinin bozulması

Normal koşullarda sindirim sistemimizden geçen yiyecekler, bağırsak mukozası adı verilen bir bariyer tarafından vücudumuzdan izole edilir. Bu bariyer yarı geçirgendir: besinlerin emilmesine izin verir, ancak yemeğimizle birlikte alınan çeşitli zararlı maddelerin ve patojenlerin geçişini engeller 2

FD hastalarında bu mukozanın bütünlüğü bozulur, öyle ki filtreleme görevini daha az etkili bir şekilde yerine getirir.

 

bağırsak bağışıklığının bozulması

FD hastalarında aşırı bir bağışıklık yanıtı olduğu görülmektedir: Hastaların %40'ında duodenuma infiltre olmuş inflamatuar hücreler görülürken, ince bağırsakta bu bağışıklık yanıtını aktive edebilecek bakterilerin (özellikle oral bakteriler) 9 çoğalması sıklıkla gözlenmektedir. Gerçekten de bazı araştırmacılar, FD'nin patogenezini daha iyi anlamak için ince bağırsağın mikrobiyotasına daha fazla odaklanılması gerektiğine inanmaktadır 9.

Is a proliferation of bacteria in the small intestine to blame?

A proliferation of bacteria in the small intestine (or small intestinal bacterial overgrowth – SIBO) may play a role in the pathogenesis of functional dyspepsia; indeed, this overgrowth appears to be more frequent in patients with functional dyspepsia than in those who do not suffer from the disorder 10,11. Among functional dyspepsia patients, those prescribed PPIs (proton pump inhibitors, drugs used to reduce gastric acid secretion) appear to be at greater risk of SIBO 12. By reducing stomach acidity, PPIs diminish the chemical barrier which is supposed to destroy a range of pathogenic micro-organisms using hydrochloric acid secreted by the stomach walls. This may explain the presence of excess bacteria in the small intestine, which lies just below the stomach.

However, evidence of a link between functional dyspepsia and SIBO remains tenuous: in the absence of easy access to duodenal flora, studies generally rely on the detection of gases in patients’ exhaled breath. This test is easy to perform and non-invasive but clearly lacks reliability 11.

bağırsak-beyin ekseninin düzensizleşmesi

Bağırsak mikrobiyotası, sindirim sistemi ve merkezi sinir sistemi arasında karmaşık etkileşimler vardır. Bu mikrobiyota-bağırsak-beyin ekseni, stresin neden mide ağrısına neden olabileceğini veya bağırsak florasındaki değişikliklerin neden bağırsak hareketliliğini değiştirip beyni "bilgilendirebileceğini" ve bunun da bağırsağı düzenleyebileceğini açıklamaktadır. Bununla birlikte, FD'nin gastrointestinal motilite bozuklukları (serebral kontrol altındadır) ve gastrointestinal aşırı duyarlılık ile yakından bağlantılı olduğu gösterilmiştir, bunların hepsi gastrointestinal mikrobiyota ile bağlantılıdır 2. Buradan her şeyin bağlantılı olduğunu öne sürmek sadece kısa bir adımdır...

What role does the microbiota play in the gut-brain axis?

Learn more

gıda alımına karşı anormal bir tepki

Sindirim sisteminin iç kısmındaki besinlerin varlığı, sindirimi değiştiren sinyaller üretir. Örneğin, mide boşalması geciktiği için yüksek yağlı bir yemek midede daha uzun süre kalır. FD hastalarında, gıda alımı gastrointestinal sistemden gelen abartılı sinyallerle ilişkili olabilir. Bu durum, yemek henüz yeni başlamışken tokluk hissi, mide şişkinliğine karşı aşırı duyarlılık gibi gerçekle hiçbir ilişkisi olmayan bir dizi semptomla sonuçlanır. 5

Fonksiyonel dispepsi için mevcut ve potansiyel tedaviler nelerdir?

Diyet, probiyotikler...

Diyet

Mantıksal olarak, diyetin FD'de rol oynadığı düşünüldüğünden, diyetin uyarlanması semptomları iyileştirebilir. Bununla birlikte, belirli diyetlerin etkilerini vurgulayan çalışmaların sayısı oldukça azdır. Yine de uzmanlar, hastaların büyük bir kısmının daha düşük yağlı bir diyetten ve daha sık yenen daha küçük öğünlerden fayda göreceğine inanmaktadır. Aslında, FD hastaları pratikte bunu zaten yapmaktadır: diyetle yağ alımını biraz azaltmakta ve daha küçük öğünleri daha sık yeme eğilimindedirler 5.

Diğer hastalar baharatlı veya asitli gıdalardan (domates, turunçgiller vb.) veya şişkinliğe neden olan lif veya FODMAP bakımından zengin gıdalardan kaçınmaktan daha fazla fayda sağlayacaktır. Bununla birlikte, dengesiz bir diyetten kaçınmak için bu kısıtlamalar dikkatle yönetilmelidir 2.

Diyet

Daha fazla bilgi edinin

Proton pompası inhibitörleri

Proton pompa inhibitörleri (PPI'lar) mide asidi salgısını azaltmak için kullanılan ilaçlardır. Gastroözofageal reflü hastalığını (GÖRH) ve peptik ülserleri tedavi etmek için doktorlar tarafından reçete edilirler.

Kısa vadede, proton pompası inhibitörleri (PPI'lar) FD semptomlarını iyileştirebilir. Bununla birlikte, uzun süreli kullanımları Streptococcus artışıyla ve dolayısıyla zararlı bir disbiyozla el ele gidiyor gibi görünmektedir 13.

 

H. pylori'yi ortadan kaldırmak için antibiyotikler

Amerikan Gastroenteroloji Koleji ve Kanada Gastroenteroloji Derneği'ne göre, 60 yaşın altındaki FD hastalarında öncelikle H. pylori taraması yapılmalıdır. Test pozitif çıkarsa, bakteriyi yok etmek için antibiyotik reçete edilmelidir.

Ancak bu stratejinin de sınırları vardır: her 10 hastadan sadece 1'i semptomlarında iyileşme yaşarken, geri kalanı semptomlarının kötüleştiğini görecektir14.

Antibiyotikler: Mikrobiyota ve sağlığımız üzerindeki etkisi nedir?

Daha fazla bilgi edinin

Probiyotikler

Gastrointestinal mikrobiyotanın disbiyozu FD'nin başlangıcı ve ilerlemesiyle yakından bağlantılı olduğundan, gastrointestinal mikrobiyotanın düzenlenmesi mantıksal olarak potansiyel bir tedavi olarak öne sürülmüştür 2. Probiyotiklerin rolü çok faktörlü olabilir 15 :

  • patojenler tarafından ortadan kaldırılan kommensal floranın restorasyonu,
  • bağırsak bariyeri geçirgenliğinin restorasyonu,
  • viseral aşırı duyarlılığın azaltılması,
  • lokal ve sistemik anti-enflamatuar etki,
  • bağırsak hareketliliğinin düzenlenmesi.

 

Tüm bu faydaların FD semptomlarını azalttığı düşünülmektedir 15.

Çok sayıda klinik çalışma, probiyotiklerin hastaların semptomlarını iyileştirebileceğini "pratikte" doğruluyor gibi görünmektedir 2,15 .

Bununla birlikte, son 15 yılda yayınlanan sonuçlar, bir dizi eksiklikleri olduğu için sonuç çıkarmak için yeterli değildir: hastalığın tanımı gelişmeye devam etmiştir; çalışmalar genellikle FD (uzun süreli) ile H. pylori enfeksiyonunu (kısa süreli) karıştırmaktadır; kullanılan probiyotikler bir çalışmadan diğerine büyük ölçüde değişmektedir; semptomların raporları klinik objektiflik eksikliği nedeniyle güvenilmez olmaya devam etmektedir vb. 15. Daha fazla araştırmaya hala ihtiyaç vardır.

Alternatif tedaviler

Çeşitli alternatif tedaviler FD için güvenli ve etkili tedaviler olarak kabul edilmiştir:

  • Stres ve anksiyeteyi tedavi etmek için yaygın olarak kullanılan bilişsel davranışçı terapi, hastanın semptomların ifade edilmesine yol açan veya şiddetlendiren düşünce veya davranışları tanımlamasına yardımcı olur;
  • Hipnoterapi, hipnoz halindeki hastanın terapötik telkinlere daha açık olduğu bir yöntemdir.
  • Sanal gerçeklik potansiyeli de araştırılıyor. 14.

Bağırsak mikrobiyotası

Daha fazla bilgi edinin
Referanslar

1. Volarić M, Šojat D, Majnarić LT et al. The Association between Functional Dyspepsia and Metabolic Syndrome-The State of the Art. Int J Environ Res Public Health. 2024 Feb 18;21(2):237.

2. Zhou L, Zeng Y, Zhang H et al. The Role of Gastrointestinal Microbiota in Functional Dyspepsia: A Review. Front Physiol. 2022 Jun 8;13:910568.

3. Farcas RA, Grad S, Grad C et al. Microbiota and Digestive Metabolites Alterations in Functional Dyspepsia. J Gastrointestin Liver Dis. 2024 Mar 29;33(1):102-106.

4. Black CJ, Paine PA, Agrawal A et al. British Society of Gastroenterology guidelines on the management of functional dyspepsia. Gut. 2022 Sep;71(9):1697-1723.

5. Feinle-Bisset C, Azpiroz F. Dietary and lifestyle factors in functional dyspepsia. Nat Rev Gastroenterol Hepatol. 2013 Mar;10(3):150-7. 

6. Rettura F, Lambiase C, Grosso A et al. Role of Low-FODMAP diet in functional dyspepsia: "Why", "When", and "to Whom". Best Pract Res Clin Gastroenterol. 2023 Feb-Mar;62-63:101831.

7. Talley NJ, Powell N, Walker MM et al. Role of smoking in functional dyspepsia and irritable bowel syndrome: three random population-based studies. Aliment Pharmacol Ther. 2021 Jul;54(1):32-42.

8. Brown G, Hoedt EC, Keely S et al. Role of the duodenal microbiota in functional dyspepsia. Neurogastroenterol Motil. 2022 Nov;34(11):e14372. 

9. Zhong L, Shanahan ER, Raj A et al. Dyspepsia and the microbiome: time to focus on the small intestine. Gut. 2017 Jun;66(6):1168-1169. 

10. Tziatzios G, Gkolfakis P, Papanikolaou IS et al. High Prevalence of Small Intestinal Bacterial Overgrowth among Functional Dyspepsia Patients. Dig Dis. 2021;39(4):382-390. 

11. Gurusamy SR, Shah A, Talley NJ et al. Small Intestinal Bacterial Overgrowth in Functional Dyspepsia: A Systematic Review and Meta-Analysis. Am J Gastroenterol. 2021 May 1;116(5):935-942.

12. Costa MB, Azeredo IL Jr, Marciano RD et al. Evaluation of small intestine bacterial overgrowth in patients with functional dyspepsia through H2 breath test. Arq Gastroenterol. 2012 Dec;49(4):279-83.

13. Wauters L, Tito RY, Ceulemans M et al. Duodenal Dysbiosis and Relation to the Efficacy of Proton Pump Inhibitors in Functional Dyspepsia. Int J Mol Sci. 2021 Dec 19;22(24):13609. 

14. Lacy BE, Chase RC, Cangemi DJ. The treatment of functional dyspepsia: present and future. Expert Rev Gastroenterol Hepatol. 2023 Jan;17(1):9-20.

15. Tziatzios G, Gkolfakis P, Leite G et al. Probiotics in Functional Dyspepsia. Microorganisms. 2023 Jan 31;11(2):351. 

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Désactivé
Updated content
Désactivé
Hide image
Off
Hastalık

Akıl hastalığı ve bağırsak mikrobiyotası: Bir gizemin sonu mu?

Mikrobiyota dengesizlikleri şizofreni, depresyon veya obsesif kompulsif bozukluk (OKB) gibi birçok psikiyatrik hastalıkta gözlenmiştir. Ancak her hastalığın “kendine has” bir disbiyozu mu var yoksa ortak mikrobiyal değişiklikler mi söz konusu? Çalışmalar 1 gözden geçiriliyor. 

Bağırsak mikrobiyotası KBB mi̇krobi̇yotasi Cilt mikrobiyotası Vajinal mikrobiyotanıza Psikiyatrik hastalıklar

Mental hastalıklardan muzdarip insanların bağırsak mikrobiyotasındaki bozuklukların özel niteliklerini belirlemek için son zamanlarda dünya çapında birçok çalışma yapılmıştır. Bağırsak floraları sağlıklı insanlara göre daha mı az zengin? Daha az çeşitlilik var mı? Bazı mikro-organizma türleri çok iyi temsil ediliyor mu? Ya da tam tersi eksik mi? Riskler yüksektir çünkü farklı çalışmalarda bir veya daha fazla mental hastalıkla ilişkili spesifik özellikler bulunursa, bunlar hastaların teşhisi, tedavi stratejisi veya tedavilere verilen yanıtın değerlendirilmesi için yararlı belirteçler olarak hizmet edebilir. Ancak şu ana kadar bu çalışmalar hala çelişkili sonuçlar vermektedir.

Çeşitli psikiyatrik hastalıklarda ortak olan dengeler bozuklukları

JAMA* Psychiatry 'de yayınlanan bir yayın, bu konuda yapılan yaklaşık 60 çalışmayı temel alarak gözden geçiriyor. Yazarların amacı, akıl hastalıklarının gerçekten de bağırsak mikrobiyotasındaki bozukluklarla ilişkili olduğunu doğrulamak ve bunların her bir hastalığa özgü olup olmadığını belirlemektir:

 

*Journal of the American Medical Association

Bilim insanları, ruhsal bozukluğu olan hastaların bağırsak mikrobiyotasının zenginliğinde önemli bir azalma olduğunu, ancak sağlıklı katılımcıların mikrobiyotasına kıyasla tür çeşitliliğinde çok az fark olduğunu gözlemlemiştir. Bu çalışmalar, her bir hastalık için spesifik özellikler göstermek yerine, bağırsak florasında çeşitli ruhsal bozukluklar tarafından paylaşılan benzer denge bozukluklarını göstermektedir. Bu bozukluklar özellikle, bipolar bozukluklar, şizofreni ve anksiyetede inflamasyonu teşvik eden bazı türlerin artması ve anti-inflamatuar etkiye sahip diğer türlerin azalmasıyla sonuçlanmaktadır.

Dikkate alınması gereken kafa karışıklığı yaratan faktörler

Son olarak, inceleme, çalışmalar arasındaki sonuç farklılıklarından sorumlu faktörlerin belirlenmesini mümkün kılmıştır. Bir yandan, coğrafi bölge: diyet, dolayısıyla mikrobiyota ve mikrobiyotadaki dengesizlikler Çin'de Batı ülkelerinde olduğu gibi aynı değildir. Öte yandan, ilaç kullanımı: psikotropik ilaçlar disbiyozis destekliyor gibi görünmektedir. Dolayısıyla araştırmacılar, hastaların yararına olacak şekilde bağırsak mikrobiyotası ve akıl hastalıkları arasındaki bağlantının tüm gizemlerini ortaya çıkarabilmek için bu parametreleri akılda tutmalıdır.

Topluluğumuz tarafından tavsiye edildi

"I’m so glad more research is being done in this area!! Keep it coming!!!"Amanda Robertson (From My health, my microbiota)

Summary
Off
Sidebar
On
Migrated content
Désactivé
Updated content
Désactivé
Hide image
Off
Haberler

Diyabet ilacının zayıflatıcı etkilerini elde etmek için bağırsaklarınızı “hack ”leyebilir misiniz?

Dr. Julien Scanzi
Clermont-Ferrand Üniversite Hastanesi, Gastroenteroloji Bölümü,Clermont-Ferrand, Fransa

Etiketler

Bir iç hastalıkları uzmanı olan Dr. DeDecker, TikTok kanalında insanların bir ilacı almadan da zayıflama etkisinden nasıl faydalanabileceklerini açıklayan kısa bir video yayınladı. Söz konusu ilaç, enjekte edilebilir kalem şeklinde bir GLP-1 analoğudur. Diyabet tedavisi için endikedir ancak özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde zayıflama etkisi nedeniyle yaygın olarak kötüye kullanılmakta, hatta kadın influencer'lar sosyal ağlarda bu ilacın tanıtımını yapmaktadır. Doktor, insanların vücut ağırlıklarının %20'sine kadarını kaybetmelerine yardımcı olabilen bu ilacın zayıflama etkisini, bağırsak mikrobiyomu sayesinde, belirli bir probiyotik alarak ve lif açısından zengin bir diyetle iki “doğal” yöntem kullanarak elde etmenin mümkün olduğunu açıklıyor.

Videoda yer alan iddialardan klinik bir bakış açısıyla bahsedebilir misiniz?

Bu ilaç, öncelikle bağırsaktaki endokrin hücreler (enteroendokrin hücreler olarak da adlandırılır) tarafından üretilen bir hormon olan GLP-1'i artırır. İnsülin salgılanmasını artırır (inkretin etkisi), mide boşalmasını yavaşlatır ve tokluk hissini uyararak daha az aç hissetmenizi sağlar.

Lif ve probiyotik alımı hakkında ne düşüyorsunuz?

Diyet lifinin, özellikle de çözünür lifin, mide boşalmasını yavaşlatarak tok hissetmenizi sağladığı ve iştahınızı kontrol etmeye yardımcı olduğu bilinmektedir. Lif ayrıca karbonhidratların emilimini yavaşlatarak kan şekeri seviyelerinin dengelenmesine yardımcı olabilir, bu da diyabet hastalarında faydalı olabilir. Dahası, lif açısından zengin gıdalar genellikle daha düşük enerji yoğunluğuna sahiptir, bu da genel kalori alımını azaltmaya yar-dımcı olabilir ve dengeli bir diyetin parça-sı olarak yenildiğinde hastaların kilo ver-mesine potansiyel olarak yardımcı olabi-lir. Bağırsak mikrobiyotası açısından, ço-ğu lifin prebiyotik bir etkiye sahip olduğu ve daha sonra fermantasyon yoluyla kısa zincirli yağ asitleri (SCFA'lar) üretebilen belirli bağırsak bakterilerini besleyeceği ve bu SCFA'ların GLP-1 seviyelerini artırabileceği konusunda Dr. DeDecker'a katılıyorum.

Bununla birlikte, bahsettiği bakteri olan Akkermansia muciniphila'nın enerji metabolizması ve insülin duyarlılığının düzenlenmesi açısından muazzam faydalar sağladığını ve bazı çalışmaların GLP-1 gibi bağırsak peptitlerinin salgılanmasının düzenlenmesinde dolaylı bir rol oynadığını öne sürdüğünü belirtmek isterim. Ancak, bu klinik öncesi verilerdir ve bağlantı oldukça dolaylı bir bağlantı olabilir. Dolayısıyla, bu bakteri ile takviyenin GLP-1 salgısını artırabileceğini ve kilo kaybına yol açabileceğini iddia etmek için hiçbir kanıt yoktur.

Sizce bu video neden bu kadar ilgi çekti?

Bence bu videonun ses getirmesi çok kolay oldu çünkü kilo verme konusunu ele alıyor ve Batı'da aşırı kilolu ve obez insan oranımız yüksek (nüfusun %50- 60'ı), yaşam tarzlarını, özellikle de diyetlerini değiştirmeden kilo verebilmeyi hayal eden pek çok kişi var. Dolayısıyla, ilaç kullanmadan vücut ağırlığınızın %20'sini kaybetmek için doğal bir yöntem olduğunu öne sürerseniz, neden bu kadar çok insana hitap ettiğini kolayca anlayabilirsiniz.

Bu bilgiyi hastalarınıza verir misiniz? Riskler ve/veya tehlikeler neler olabilir ?

Bu benim kişisel görüşüm ve Dr. DeDecker'ın yorumlarının biraz yanıltıcı olduğunu düşünüyorum, çünkü ne herhangi bir probiyotik almak ne de diyet lifini arttırmak, bırakın %20'yi, kilo kaybı açısından herhangi bir fayda göstermemiştir. Ancak, bu kuşkulara rağmen, söylediklerinin ilginç olduğunu düşünüyorum, çünkü anti-diyabetik ilaçların yanlış kullanımını azaltmanın yanı sıra bağırsak mikrobiyotasının sağlığımız üzerindeki etkisi konusunda kamu bilincini artırma gibi olumlu bir etkisi olabilir. Ve daha da önemlisi, insanları daha fazla lif tüketmeye teşvik ediyor. Batı ülkelerindeki mevcut lif tüketimi (günde 20 g'dan az) Dünya Sağlık Örgütü'nün tavsiyelerinin (günde 25-30 g) oldukça altında ve Amerikalıların sadece %5'i yeterli lif tüketiyor.

Görsel
Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Désactivé
Updated content
Désactivé
Hide image
Off
Uzman görüşü

Vajinal mikrobiyota #21

By Pr. Satu Pekkala
Academy of Finland Research Fellow, Faculty of Sport and Health Sciences, University of Jyväskylä, Finland

Etiketler

Vajinal mikrobiyota aracılığıyla erken doğum riskinin öngörülmesi

Liao J, Shenhav L, Urban JA, et al. Microdiversity of the vaginal microbiome is associated with preterm birth. Nat Commun 2023; 14: 4997.

Solunum, gastrointestinal ve nörogelişimsel komplikasyonlar: erken doğum, yenidoğan morbidite ve mortalitesinin ana nedenidir. Vajinal mikrobiyotanın bu duruma dahil olduğu düşünülmektedir, ancak altta yatan mekanizmalar tam olarak anlaşılamamıştır. Amerikalı araştırmacılardan oluşan bir ekip, 175 Amerikalı kadının vajinal mikrobiyota genomunu hamilelikleri boyunca takip etti (40'ı daha sonra spontane erken doğum yaptı ve 135'i tam zamanında doğum yaptı). Çalışma, iki gebelik türünün vajinal mikrobiyota kompozisyonu açısından farklılık gösterdiğini ortaya koymaktadır: L. helveticus, L. crispatus, L. gasseri ve L . jensenii gibi Lactobacillus cinsinin belirli bakteri türleri tam süreli gebeliklerle ilişkiliyken, Megasphaera genomosp, Gardnerella spp. ve Atopobium vaginae erken doğumlarla bağlantılıdır. Bir diğer bulgu ise, Gardnerella türlerine bağlı olarak vajinal mikrobiyotanın genetik çeşitliliğinin preterm sonlanan gebeliklerin ilk yarısında daha yüksek olmasıdır. Daha açık bir ifadeyle, Gardnerella türlerinin nükleotid çeşitliliği erken sonlanan gebeliklerin başlangıcında artarken, doğuma kadar devam eden gebeliklerde sabit kalmaktadır. Gardnerella spp. genetik çeşitliliği belki de erken doğumun erken teşhisi için bir biyobelirteç olarak kullanılabilir. Ancak Gardnerella nükleotid çeşitliliğindeki bu zirveyi nasıl açıklayabiliriz? Diğer bakterilerle karşılaştırıldığında, Gardnerella hamileliğin başlangıcında 1,5 kat daha yüksek büyüme oranı, daha sık genetik rekombinasyon ve bu bakteriye fayda sağlayan mutasyonların daha fazla seçilmesi (ve zararlı mutasyonların daha fazla elenmesi) göstermektedir. Antibiyotiklerin ve diğer ksenobiyotiklerin bu sürece dahil olduğu düşünülmektedir. Aslında, G. swidsinskii 'nin daha çeşitlendirilmiş gen havuzu, vajinal ortamda ksenobiyotiklerin daha önce önerilen bir etkisini doğrulayarak, ilaçlara adaptasyona karşılık geliyor gibi görünmektedir; ve erken doğumla ilişkili vajinal mikrobiyota daha yüksek antibiyotik direnç potansiyeli sergilemektedir. Bu nedenle vajinal bakterilerdeki genomik varyasyonun konağın fenotiplerini (gebelik sonuçları dahil) etkilediğine inanılmaktadır. Ancak yazarlar, olası görmeseler de başka bir açıklamayı da göz ardı etmemektedir: mikrobiyal genetik çeşitlilik ile gebelik sonuçları arasındaki ilişkiler, her iki değişken üzerinde etkili olabilecek ölçülmemiş etken faktörlerden (ilaçlar, kimyasal bileşikler vb.) de kaynaklanabilir.

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Désactivé
Updated content
Désactivé
Hide image
Off
Gazete

BAĞIRSAK MİKROBİYOTASI #21

Pr. Satu Pekkala
Finlandiya Akademisi Araştırma Görevlisi, Spor ve Sağlık Bilimleri Fakültesi , Jyväskylä Üniversitesi

Etiketler

Akut pankreatit şiddetinin belirleyicisi olarak bağırsak mikrobiyotası

Ammer-Herrmenau C, Antweiler KL, Asendorf T, et al. Gut microbiota predicts severity and reveals novel metabolic signatures in acute pancreatitis. Gut 2023 : gutjnl-2023-330987.

Şiddetli akut pankreatit (AP) hastaları yüksek mortalite riski altındadır ve bu nedenle ilk birkaç saat içinde hastalığın
seyrini belirlemek çok önemlidir. Mevcut karmaşık skorlama sistemleri AP şiddetini yeterince erken tahmin edememektedir ve bu nedenle yeni belirteçlere ihtiyaç duyulmaktadır. AP ve bağırsak mikrobiyomu arasında çift
taraflı bir bağlantı var gibi görünse de, daha büyük prospektif klinik çalışmalar eksiktir. Bu makale, 15 Avrupa merkezinden AP'li 450 hastanın orointestinal mikrobiyom sonuçlarını sunmaktadır. Örnekler, Oxford Nanopore kullanılarak tam uzunlukta 16S rRNA ve metagenomik  dizileme ile dizilenmiştir. Gözden geçirilmiş Atlanta sınıflandırması (RAC), AP'nin şiddetini üç kategoride yeniden tanımlamaktadır: hafif, orta ve şiddetli (sırasıyla RAC I-III). Bu çalışmada, rektal mikrobiyomların Bray-Curtis mesafesinin RAC III'te RAC I ve RAC II'ye kıyasla farklı olduğu bulunmuştur. Ayrıca, birkaç bakteri türü RAC kategorisine bağlı olarak farklı şekilde bol miktarda bulunmuştur. Bray-Curtis mesafeleri rektal mikrobiyomlarda yaşayan ve ölen hastalar arasında da farklıydı ancak bukkal mikrobiyomlarda farklı değildi. Mortaliteye ek olarak, hastanede kalış süresi rektal mikrobiyomdaki erken değişikliklerle ilişkilendirilmiştir.
Sonuç olarak, yazarlar 16 bakteri türünün şiddetli ve şiddetli olmayan AP'de farklı etmiştir. Ridge regresyonunda, bu türler sistemik inflamatuar yanıt sendromu ile birlikte hastalığın şiddetini doğru bir şekilde tahmin edebilmiştir. İlginç bir şekilde, tüm bu türler kısa zincirli yağ asitleri (SCFA) üreticisidir. Buna göre, SCFA üretiminin işleyiş şekilleri şiddetli AP'de daha fazla ifade edilmiştir. Bu bulgu ilgi çekici olmakla birlikte, SCFA üreten bakterilerin şiddetli AP'nin nedeni mi yoksa sonucu mu olduğu hala bilinmemektedir.

Görsel

Tip 2 diyabetik Emira- tes'te bağırsak mikro- biyomu arasındaki bağlantılar

Dash NR, Al Bataineh MT, Alili R, et al. Functional alterations and predictive capacity of gut microbiome in type 2 diabetes. Sci Rep 2023; 13: 22386.

Orta Doğu ülkelerinde tip 2 diyabet (T2D) görülme sıklığı büyük ölçüde artmaktadır. Birçok Batılı çalışma, bağırsak mikrobiyomunun T2D ile ilişkili insülin direnci ve düşük dereceli inflamasyona katkısını göstermiştir, ancak Orta Doğu popülasyonlarında yapılan çalışmalar azdır. Ayrıca, mevcut çalışmalar mikrobiyal topluluk kompozisyonunun ve işlevlerinin T2D patogenezine nasıl katkıda bulunduğuna dair kesin olma-yan sonuçlar göstermektedir

Yazarlar, daha fazla bilgi edinmek için Birleşik Arap Emirlikleri'nden T2D'si olan veya olmayan 84 kişinin dışkı örneklerini nanopore metagenomic dizileme kullanarak analiz etmiştir. Daha önceki birçok Batı çalışmasının aksine, bu çalışma sağlıklı kontroller ve T2D arasında bağırsak mikrobiyota alfa çeşitliliğinde hiçbir fark olmadığını bildirmiştir. Ayrıca, çoklu karşılaştırmalar için düzeltme yapıldıktan sonra, yazarlar gruplar arasında herhangi bir mikrobiyal türün veya KEGG ortoloji (KO) özelliklerinin farklı düzeyde zenginliğini bulamamışlardır. Bununla birlikte, bir gen seti zenginleştirme analizi, kontrol grubunda daha yüksek miktarda bulunan 8 işlevi ve T2D grubunda 5 işlevi ortaya çıkarmıştır. Bu farklı miktarda bulunan modüller arginin gibi amino asitlerin parçalanması, üre parçalanması ve homoasetogenez ile ilişkilidir. Bu işlevlerin pro-enflamatuar etkileri olduğu ve dolayısıyla T2D'nin ayırt edici özelliği olan düşük dereceli enflamasyona katkıda bulunabileceği görülmektedir. Sonuç olarak, yazarlar T2D'nin 3 potansiyel biyobelirtecini tanımlamak için tahmin analizini kullanmışlardır. Bunlar arasında Enterococcus faecium ve Blautia 'nın tükenmesinin yanı sıra T2D'de Absiella spp veya Eubacterium limosu 'un zenginleşmesi yer almaktadır. İlginç bir şekilde, E. faecium 'un lipid düşürücü ve obezite karşıtı etkileri olduğu ve bu nedenle patojenik T2D fenotipine kısmen katkıda bulunabileceği gösterilmiştir. Sonuç olarak bu çalışma, T2D ile ilişkili spesifik hastalık durumlarının gelişimini öngörmede yardımcı olabilecek işlevler ve taksonlar dahil olmak üzere spesifik mikrobiyal biyobelirteçleri tanımlamada başarılıdır.

Görsel

Mikrobiyal bütirat mide kanserinde immüno-supresif faktörleri inhibe eder

Lee SY, Jhun J, Woo JS, et al. Gut microbiome-derived butyrate inhibits the immunosuppressive factors PD-L1 and IL-10 in tumor-associated macrophages in gastric cancer. Gut Microbes 2024; 16: 2300846.

Midekanseri (GC) dünya çapında kanserden ölümlerin önde gelen nedenlerinden biridir. GC'nin başarılı tedavisi için erken teşhis önemlidir. Kanser immünoterapisinin bir hedefi olan programlanmış ölüm-ligandı 1 (PD-L1), bağırsak mikrobiyomu tarafından düzenlenebilen tümörle ilişkili makrofajlarda yüksek oranda ifade edilmektedir. Mikrobiyomun kanser karşıtı etkilere sahip olabileceği olası yollardan biri, bütirat dahil olmak üzere kısa zincirli yağ asitlerinin üretimidir. 

Bu çalışmada, ilerlemiş GC hastalar makrofajlarda, dendritik hücrelerde ve kanser mukozasında sağlıklı kontrollere göre daha fazla immünosupresif marker, yani PD-L1 ve interlökin (IL)-10 eksprese etmiştir. GC hastalarının bağırsak mikrobiyotası daha düşük çeşitlilik ve disbiyoz ile karakterize edilmiştir. Cins düzeyinde, GC hastalarında Faecalibacterium ve Bifidobacterium gibi bütirat üreten bakterilerin daha düşük bollukta olduğu tespit edilmiştir. İlginç bir şekilde, GC hastalarının periferik kan mononükleer hücrelerine bütirat ve Faecalibacterium verilmesi, PD-L1- ve IL10 eksprese eden makrofajların sayısını azaltmıştır. Ayrıca, bütirat kültürlenmiş remained unclear which Faecalibacterium Ancak, in vitro deneyde hangi Faecalibacterium suşunun kullanıldığı belirsiz kalmıştır . Nihayetinde, insanlaştırılmış bir tümör fare modeline GC hücreleri ve sağlıklı kontrollerden veya GC hastalarından alınan periferik kan mononükleer hücreleri bütirat ile veya bütirat olmadan enjekte edilmiştir. Deney, bütiratın tümör boyutunu ve immünosupresif belirteçler PD-L1 ve IL-10'u önemli ölçüde azalttığını göstermiştir. Dolayısıyla, bütirat GC'de kanser hücresi büyümesini baskılayarak terapötik potansiyele sahip olabilir

Görsel
Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Désactivé
Updated content
Désactivé
Hide image
Off
Gazete