Avokado kilo vermemize yardımcı olabilir mi?

Avokado yağ açısından zengin olabilir ancak birçok besinsel faydası vardır. Kardiyovasküler faydaları hâlihazırda bilinen avokado bağırsak mikrobiyotasını değiştirerek aşırı kilolu veya obez insanların sindirdiği yağların vücuttan atılmasına destek de olabilir.

Bağırsak mikrobiyotası Diyet
Actu GenPu: L’avocat, mon partenaire minceur ?

Yüksek yağ ve kalori içeriğine rağmen avokado kilo vermemize yardımcı olabilir. Bu meyvenin sırrı liften ve tokluk hissini artıran ve kandaki yağ seviyelerini azaltan mono-doymamış yağ asitlerinden (MUFA) zengin olmasıdır. Ancak avokado yemek bağırsak mikrobiyotasındaki bakterileri ve sindirilen gıdaların fermantasyonundan kaynaklanan ürünleri, özellikle obez ve aşırı kilolu insanlarda nasıl (sidenote: Aşırı kilo vücut kütle endeksi (BMI) 25-30 olarak tanımlanırken obezite 30'dan büyük BMI'a karşılık gelmektedir. ) *?

Üç ay boyunca günde bir avokado

Bu soruya yanıt vermek için, araştırmacı bir ekip aşırı kilolu veya obez olan ancak başka bir sağlık sorunu bulunmayan yaşları 25 ile 45 arasında değişen 157 yetişkini 12 hafta boyunca takip etti. Gönüllüler iki gruba ayrıldı. Hepsine kahvaltı, öğlen yemeği veya akşam yemeği yerine araştırmacılar tarafından bir öğün verildi. Sadece tek bir gruba kalori içeriği diğer gruplarınkiyle eş olup avokado içeren bir öğün verildi. Avokado haricinde, öğün içeriği >%90 benzerdi. Diğer öğünleri için katılımcılara günlük yeme alışkanlıklarını ve günlük porsiyon boyutlarını korumaları söylendi.

Dışkıda daha fazla, vücutta daha az yağ

Sonuçlar: avokado grubunda katılımcılar, kontrol grubundan ~20 g fazla MUFA ("iyi yağ") tüketimi rapor ederken besin kaynaklı lif tüketimi 14 g daha yüksekti. Katılımcıların ayrıca günlük kalori alımları 300 kcal fazlaydı. Buna rağmen çalışmanın sonunda bu gruptaki katılımcılar bir gram bile şişmanlamadılar. Aynı zamanda bağırsak mikrobiyotaları çeşitlendi ve lifleri parçalayabilen bakteriden zengin hale geldi. Ayrıca dışkılarında azalmış safra asidi konsantrasyonları (yağların sindirilmesini mümkün kılan sindirim sisteminin salgıladığı moleküller) ve daha fazla yağ bulunuyordu. Yazarlar bağırsak mikrobiyotasını değiştirerek avokadonun konak metabolizmasına etki ettiği ve yağ atımını artırdığı sonucuna vardılar. Sayıları gittikçe artan aşırı kilolu ve obez insanların sağlığını iyileştirmek için şimdiden yeni beslenme yaklaşımlarını dikkate almaya başladılar.

Summary
Off
Sidebar
On
Migrated content
Activé
Updated content
Désactivé
Old sources

Kaynaklar:

Thompson S. V., Bailey M.A., Taylor A.M. et al. Avocado Consumption Alters Gastrointestinal Bacteria Abundance and Microbial Metabolite Concentrations among Adults with Overweight or Obesity: A Randomized Controlled Trial. J Nutr 2020;00:1–10.

Old content type
article
Hide image
Off
Haberler

Bebeklerde nekrotizan enterokolit: anne sütü ve bağırsak mikrobiyotasının koruyucu bir rolü olabilir mi?

Anne sütünün bileşimi ve yaşamın ilk haftalarında bağırsak mikrobiyotasının oluşumu doğası gereği bağlantılı olarak görünmektedir ve her ikisi de prematüre bebeklerde nekrotizan eterokolit (NEC) riskine etki edebilir.

Bağırsak mikrobiyotası Dışkı nakli Sezaryen yöntemle doğan bebeklerin mikrobiyotasını eski haline getirebilir mi?
NEC

32 haftadan önce doğan prematüre bebeklerde önemli bir ölüm veya ciddi morbidite nedeni olan NEC karmaşık bir gastrointestinal hastalıktır. Hastalığın altında yatan mekanizmalar, spesifik semptom ve testlerin eksikliği nedeniyle güç olan tanısı ile birlikte hala iyi anlaşılmış değildir. Diğer yandan disialillacto-N-tetraozun (DSLNT) dahil olduğu bazı insan sütü olgosakkaritlerinin ( (sidenote: Human Milk Oligosaccharide ) ) koruyucu rolü var gibi görünmektedir. Böylece anne HMO profilleri ile bir yanda bebeğin bağırsak mikrobiyotasının gelişimi arasındaki etkileşimleri ve diğer yandan bunların NEC ile ilişkilerini değerlendiren bu çalışma ortaya çıkmıştır.

Anne sütü: kritik bir oligosakkarit eşiği

37 eşleşmiş kontrole verilene kıyasla NEC hastası 33 bebeğin aldığı anne sütünde sadece bir oligosakkaritin - DSLNT - daha düşük konsantrasyonu vardı. 241 nmol/ml'lik bir eşik seviyesi bu çocuklarda (0,9 duyarlılık ve spesifisite) ve %100 NEC hastası çocuklardan oluşan bir doğrulama kohortunda NEC'i tahmin edebildi, ancak kontrollerin sadece %60'ı doğru şekilde sınıflandırıldı. Ancak araştırılan kohort, beyaz ırktan popülasyonun fazla temsili ile çok homojendi. Ayrıca gözlemlenen eşiğin genetik, coğrafi, etnik veya mevsimsel faktörlerden etkilenmiş olabilmesi tamamlayıcı çok merkezli çalışmalara yönelik ihtiyacın altını çizmektedir.

Geciken mikrobiyota gelişimi

(sidenote: Her çocuktan birçok örnek alındığı için maliyet nedenleriyle dizileme sadece 48 bebek için yapıldı. ) oluşan bir alt grubun dışkı metagenomik dizilemesi (n=644)(14 NEC bebek, 34 kontrol) NEC bebeklerde daha düşük göreceli Bifidobacterium longum çokluğu ve daha yüksek göreceli Enterobacter cloacae çokluğu olduğunu gösterdi. Mikrobiyota gelişimi, anne sütündeki düşük DSLNT konsantrasyonundan etkilenmiştir; bu durum mikrobiyotanın genelde daha büyük bebeklerde gözlemlenen mikrobiyal topluluk türlerine doğru geçişini geciktiriyor gibi gözükmektedir ancak bu ayrıca prematüre bebeklerde genelde iyi sağlıkla ilişkilendirilen bir bakteri olan Bifidobacterium spp'nin göreceli olarak düşük çoklukta olmasıyla ilişkilendirilmektedir.

Ufukta biyo-belirteçler ve probiyotikler mi var?

Özetlemek gerekirse, verilerin analizi aldıkları anne sütünün bileşimine dayanarak NEC riski olan bebeklerin belirlenebilme olasılığını teyit etmektedir ve bu durumda bu kriter mikrobiyomun metagenomik profillerinin bir ölçüde yerine geçmektedir. Bu iki kriteri birleştirmek ( (sidenote: Anne sütündeki DSLNT konsantrasyonu zaman içinde göreceli olarak stabil kalır )  ve hastalık öncesi metagenom) %87,5 doğruluk oranı ile sağlıklı çocukları NEC hastası çocuklardan ayırt etmeyi mümkün kılmaktadır.

Bu bulgular biyo-belirteç geliştirilmesi, hastalık riski kademelendirilmesi ve bebeklerde NEC'i önleyebilecek mikrobiyota modülasyonu stratejileri için potansiyel hedefler sunmaktadır. Ancak altta yatan mekanizmaları anlamak için gerekli olanlar dahil daha fazla çalışma yapılmasına ihtiyaç vardır: örn. DSLNT sadece mikrobiyotayı modüle ederek mi etki ediyor yoksa bağışıklık yanıtını modifiye ederek ve nekroza yol açan enflamasyonu azaltarak doğrudan konak üstünde mi etki ediyor?

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Activé
Updated content
Désactivé
Old content type
pro_article
Hide image
Off
Haberler Pediatri Gastroenteroloji

Astım: çiftlikte temiz hava almak!

Çiftlikte büyümenin astıma karşı koruyucu bir etkisi olduğu düşünülmektedir. Bağırsak mikrobiyomu açısından faydalı bir ortam ve bağırsak-akciğer aksının mevcudiyeti sayesinde burada en önemli dönem yaşamın ilk 12 aylık dönemi gibi görünmektedir.

Bağırsak mikrobiyotası Astım ve mikrobiyota

Şehirde yaşayan birçok kişinin kırsala taşınmak için şehirden ayrılmayı düşünmesiyle çiftlikte büyümenin astıma karşı koruyucu etkisi üzerine bir yazı bu seçimi destekler gibi gözükmektedir. Yazarlar evin içinden gelen mikroorganizmaların koruyucu bir rolü olduğunu daha önceden göstermişti. Bu yeni çalışmada yazarlar, çocukluk döneminde önemli bir döneme odaklanıyorlar: yaşamın ilk yılı. Bebeklerin ilk yaş günü pastalarının mumunu üflemeden önce dış ortama maruz kalmaları bağırsak mikrobiyomlarının gelişimini şekillendiriyor. Bu sürecin astım gelişme riski dahil uzun vadeli sonuçları olabilir.

Çiftlik 1, astım 0

Varsayımlarını test etmek için araştırmacılar Avrupa'nın kırsal bölgelerinde yaşayan neredeyse 1000 çocuktan oluşan ve yarısı çiftlikte doğmuş olan ve %8'inde 0 ile 6 yaşları arasında astım gelişen bir popülasyonu takip etti. Dışkı örnekleri 2 ile 12 ay arasında alındı ve bu dönemdeki bağırsak mikrobiyomunda değişiklikler değerlendirildi.

Tarlaların sırrı: daha olgun mikrobiyom

Sonuçlar bunu onaylıyor: ilk yılımızı bir çiftlikte geçirmek çocukluğun ilerleyen yılarında astım oluşma riskini azaltmaktadır. Ama neden? Çiftliğin koruyucu etkisinin %19'u daha olgun bir bağırsak mikrobiyomu ile bağlantılı gibi görünmektedir. Araştırmacılar ayrıca özellikle rolü olan bazı bakteri grupları belirlediler. Bunların antienflamatuar özellikleri bilinen faydalı bir bileşen olan butirat ürettiği düşünülmektedir. Aynı zamanda, koruyucu etkisi ile ilişkili olarak belirli bir bakteri öne çıkmasa da bazıları artan astım riskiyle ilişkili gibi göründü.

Bu sonuçlar iyi bilinen bağırsak-beyin aksına benzer şekilde bağırsak ile akciğer arasındaki iletişim fikrini desteklemektedir. Ayrıca yaşamın ilk yılında solunum ve alerjik hastalıklar için önleyici tedbirlerin kullanımını da teşvik etmektedir. Ek olarak, bu sonuçlar bazı şehirli aileleri doğaya dönmeye veya en azından daha az aşırı hijyen olan bir yaşam tarzı benimsemeye de ikna edebilir.

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Activé
Updated content
Désactivé
Old content type
article
Hide image
Off
Haberler

Pankreas kanseri: duodenum sıvısı bir risk belirteci olabilir mi?

Duodenum sıvısının mikrobiyomu son derece agresif bir kanser türü olan pankreas duktal adenokarsinomu (PDAC) oluşması riski bulunan hastaları belirlemek için bir risk belirteci olabilir. Bu durum, hastalığın erken saptanması için umut veriyor.

Antibiyotikler ve bağırsak mikrobiyotası: Uzun vadede nasıl etkiler?

ABD'de en yaygın üçüncü kanser kaynaklı ölüm nedeni olan ve 5 yılda sağkalım oranı %9 olan PDAC çok korkulan bir kanser türüdür. Daha önce yapılan çalışmalar PDAC hastalarının tümör mikrobiyotasının, duodenumdan gelmiş olduğu düşünülen normalde üst gastrointestinal sistemde mevcut bakteriler içerdiğini göstermiştir. Durum buysa duodenum sıvısı PDAC hastalarının veya PDAC oluşma riski olan hastaların mikrobiyom profillerini belirlemek için temsili bir biyo-örnek olabilir. Bundan dolayı 134 normal pankreaslı kişiden(kontrol), 98 pankreas kisti olan hastadan ve 74 PDAC hastasından duodenal endoskopi ile toplanan duodenum sıvısının bakteri ve mantar profillerini karşılaştıran bu tek merkezli vaka-kontrol çalışması yapıldı.

PDAC hastalarında disbiyozis

Yaş, tütün kullanımı ve PPI kullanımına göre düzeltme yapıldıktan sonra PDAC hastalarının duodenum sıvısında, kontrol grubundakiler göre daha yüksek bakteri ve mantar DNA seviyeleri vardı. Ek olarak PDAC hastalarında daha fazla sayıda Bifidobacterium cinsi ile azalmış mikrobiyal çeşitlilik vardı. Ayrıca, sağkalım süreleri daha kısa olan PDAC hastalarında Fusobacterium, Rothia ve Neisseria daha çoktu. PPI'ların etkisi gözden kaçmamalıdır: kontrol grubundakilerde düzenli PPI kullanımı mikrobiyom çeşitliliğini azaltmıştır. PPI tedavileri ayrıca ağırlıklı olarak Streptococcus veya Fusobacterium gibi ağız bakterilerinde bir artış ile de ilişkilendirilmiştir; bunlardan ikincisi PDAC dahil çeşitli kanser türleriyle bağlantılıdır.

Mikobiyomun değişmesi

Duodenum sıvısı bakteri profilleri kontrol grubundakiler ile pankreas kisti olan hastalar arasında anlamlı şekilde farklı değildi. Diğer yandan bu iki grubun mikobiyomu farklıydı: pankreas kisti olan hastalarda daha az Basidiomycota ve Malassezia ve daha çok Ascomycota vardı. Aynı zamanda PDAC hastalarında pankreas kisti olan hastalara göre daha düşük sayıda Saccharomyces vardı.

Kanser riskinin katmanlaştırılması?

Dolayısıyla çalışma PDAC hastaları, pankreas kisti olan hastalar ve normal pankreas fonksiyonu olan hastalar için farklı duodenum sıvısı bakteri ve mantar profilleri olduğunu önermektedir. Bu karakteristik disbiyozisler, pankreas izlemesi altındaki hastalarda pankreas kanseri riskinin daha iyi katmanlaştıran profilleri belirleme olasılığını ortaya koymaktadır. Daha kesin sonuçlara ulaşmak için başka popülasyonları ve bölgeleri içeren daha geniş kapsamlı çalışmalar gerekli olacaktır.

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Activé
Updated content
Désactivé
Old content type
pro_article
Hide image
Off
Haberler Onkoloji Gastroenteroloji

Covid-19:bağırsak mikrobiyotası sanık sandalyesinde

Bağırsak mikrobiyotası virüs vücuttan atıldıktan sonra bile devam ettiği düşünülen bağırsakta denge bozukluğu ile Covid-19'un şiddetine etki ediyor olabilir. Ancak bu sonuçlar hala ön bilgilerdir ve teyit edilmeleri gerekmektedir.

Bağırsak mikrobiyotası Diyet
Actu GP : Covid-19 : le microbiote intestinal sur le banc des accusés ?

Covid-19 pandemisinin başlangıcından bu yana bazı hastalar özellikle ishal olmak üzere sindirim ile ilişkili semptomlar bildirmiştir. Bu, araştırmacıların bağırsaktaki bakterilerin, mantarların ve virüslerin bağırsak savunmasını etkileyip etkilemediğini görmek için hastaların bağırsak mikrobiyotasını incelemesine yol açtı. Hong Kong'ta yapılan yeni bir çalışmanın sonuçları bağırsak mikrobiyotası ile hastalık arasında bir bağlantı olduğunu doğrular gibi görünmektedir. Ancak, 2020'nin başlarında işler karışıkken toplanan ve çeşitli metodolojik hatalar içeren bu bulguların teyit edilmesi için ilave çalışmaların yapılması gerekli olacaktır.

Covid-19 hastalarında disbiyozis

Çalışma göreceli olarak genç (ortalama yaş: 36,4), çoğunlukla hastalığı hafif geçiren (37 hafif vaka, 45 orta şiddetli vaka, 5 şiddetli vaka ve 3 kritik vaka) Covid-19 hastalarına odaklandı. Çalışma ne ortaya çıkardı? Öncelikli olarak, bu hastalarda sağlıklı hastalarda olmayan şekilde bağırsak florasında bir denge bozukluğu (disbiyozis) vardı. Hastaların mikrobiyotasında bağışıklığın düzenlenmesi için faydalı olan bazı bakteriler eksikti. İkinci olarak hastalık ne kadar şiddetli ise ve hastanın kanında enflamasyon belirteçleri seviyesi ne kadar yüksekse, disbiyozis o kadar fazlaydı. Dolayısıyla bağırsak mikrobiyotası, inflamatuar süreçleri modüle ederek hastalığı düzenlemekte rol oynar gibi gözükmektedir. Ancak bu mekanizma henüz teyit edilmemiştir. Çalışma disbiyozisin gözlemlenen semptomların şiddetinin nedeni mi yoksa sonucu mu olup olmadığını netleştirmemektedir.

Disbiyozis virüs temizlendikten sonra devam ediyor

Araştırmacıların bir başka gözlemi de antibiyotik tedavileri ile artıyor gibi gözüken bu bağırsak disbiyozisinin virüs vücuttan temizlendikten sonra da devam ettiğidir. Bu durum, bağırsak florası denge bozukluğunun bazı hastalarda gözlemlenen inatçı semptomlara katkıda bulunabileceğine dair taslak bir hipoteze yol açmıştır.

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Activé
Updated content
Désactivé
Old sources

Kaynaklar:

Yeoh YK, Zuo T, Lui GC, et al. Gut microbiota composition reflects disease severity and dysfunctional immune responses in patients with COVID-19. Gut. 2021 Apr;70(4):698-706.

Old content type
article
Hide image
Off
Haberler

Covıd-19: bağırsak mikrobiyotasının rolü var mı?

Bağırsak mikrobiyotası bağışıklık sisteminin modülasyonu yoluyla Covid-19'un şiddetine etki ediyor olabilir. Virüs vücuttan atıldıktan sonra bile enfekte hastalarda disbiyozis devam ediyor gibi görünmektedir.

Bağırsak mikrobiyotası

Covid-19 aslen bir solunum yolu hastalığı olmasına rağmen son çalışmalar hastalıkta bağırsak mikrobiyotasının rolü olduğuna işaret ediyor. 2020 yılının başlarında yapılan yeni bir çalışma bu hipotezi doğrular gibi görünüyor. Çalışmaya iki Hong Kong hastanesinden (ortalama yaş: 36,4, 47 hafif vaka, 45 orta şiddetli vaka, 5 şiddetli vaka ve 3 kritik vaka) 100 Covid-19 hastası dahil edildi. Amaç bağırsak mikrobiyotası ile hastalığın şiddeti arasında bir bağlantı bulmak ve virüs temizlendikten sonra disbiyozisin devam etmesini değerlendirmekti.

Covid-19 hastalarında disbiyozis

Hastanede kalışları sırasında dışkıları toplanan 87 hastanın bağırsak mikrobiyotası bileşiminde, kontrollere kıyasla ve yazarlara göre herhangi bir antibiyotik tedavisinden bağımsız olarak disbiyozis (Bacteriodetes soyundan daha fazla tür, Aktinobakteri soyundan daha az tür) görüldü. Bu disbiyozis Covid-19'un şiddetiyle bağlantılı gibi göründü ve - hastaların %34'ünün aldığı - antibiyotik tedavisi hastalığın şiddetine en önemli ikinci faktördü. Bazı immünomodülatör bakterilerin (Faecalibacterium prausnitzii, Bifidobacterium bifidum), antibiyotik kullanımı ve hasta yaşına göre düzeltildikten sonra hastalık şiddeti ile negatif korelasyonu vardı. Buna rağmen çalışmanın tasarımı (heterojen klinik yönetim, hastaların %31'inde komorbidite vb.) elde edilen sonuçların bu aşamada teyit edilmesini önlemektedir.

İlişkili bir bağışıklık yanıtı

Disbiyozis ayrıca daha yüksek inflamatuar sitokinler ve diğer kan belirteçleri konsantrasyonları ile ilişkiliydi (sidenote: C-reaktif proteini, Laktat dehidrojenaz, aspartat aminotransferaz ve Gamma-Glutamil Transferaz )  Bağırsak mikrobiyotası bileşimi Covid-19'a bağışıklık yanıtının büyüklüğüyle ve bunu takip eden doku hasarı ilişkili olabilir ve dolayısıyla hastalığın şiddetini düzenlemede rolü olabilir. Ancak yazarlara göre bir başka açıklama mümkündür: hastalık şiddetine ilişkin doğrudan bir rolü olmasından çok disbiyozis sadece hastaların sağlık ve bağışıklık durumlarına bir yanıt olabilir.

Disbiyozis virüs temizlendikten sonra devam ediyor

Ayrıca virüs temizlendikten sonraki 30 gün boyunca takip edilen 27 hastanın bağırsak mikrobiyotası bileşimi kontrollerinden farklıydı: daha fazla B. dentium ve Lactobacillus ruminis, daha az Eubacterium rectale, Ruminococcus bromii, F. prausnitzii ve B. longum. Antibiyotik tedavisi bu farkı daha belirgin hale getirebilse de hastaların antibiyotik alıp almamış olmasından bağımsız olarak bu fark gözlemlendi (14 hasta antibiyotik kullandı, 13'ü kullanmadı). Yazarlara göre bu disbiyozis semptomların devam etmesine katkıda bulunuyor olabilir. Ancak bu bağlantıyı teyit etmek için daha uzun süreli takip gerekmektedir (örn. virüs temizlendikten sonra 3 ay ile 1 yıl).

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Activé
Updated content
Désactivé
Old content type
pro_article
Hide image
Off
Haberler Göğüs Hastalıkları Gastroenteroloji

Dışkı nakli Sezaryen yöntemle doğan bebeklerin mikrobiyotasını eski haline getirebilir mi?

Cell dergisinde yayınlanan yeni bir çalışma Sezaryen yöntem ile doğan bebeklerin bağırsak mikrobiyotasının annelerinden yapılacak bir dışkı mikrobiyotası nakli ile eski haline getirebileceğini göstermektedir. Sonuç, normal (vajinal) doğum ile doğan bebeklerinkine benzer bir bağırsak mikrobiyotasıdır.

Bağırsak mikrobiyotası
Actu PRO : La transplantation fécale pour restaurer le microbiote des bébés nés par césarienne ?

Sezaryen (CS) yöntem ile doğan bebeklerin bağırsak mikrobiyotası normal yöntemle doğan bebeklerinden farklıdır çünkü sezaryen ile doğan bebekler doğum sırasında annedeki mikroplara maruz kalmaz. Bazı çalışmalar CS'in kronik bağışıklık hastalıkları riskinde artış (astım, alerjiler vb) dahil bebeklerin sağlığında kısa ve uzun vadede sonuçları olabileceğini bildirmiştir ancak bu iddia hala tartışmalıdır. Finlandiyalı bir grup araştırmacı, CS yöntemle doğan bebeklerin bağırsak mikrobiyotasını yerine koymak amacıyla dışkı mikrobiyotası naklinin (DMN) güvenliğini ve etkililiğini değerlendirdi.

Katı klinik protokol

Planlanan CS'den üç hafta önce 17 anneden dışkı örnekleri alındı. Dışkılarındaki patojenlerin titiz şekilde taranmasından sonra toplam 7 kadın seçildi. CS ile doğumdan sonraki iki saat içinde her bebeğe yaklaşık 106-107 canlı bakteri hücresi içeren annelerinden alınmış bir DMN biberon (4 mL anne sütü içinde seyreltilmiş 1 mL anne dışkısı) ile verildi. Her bebeğin bağırsak mikrobiyotası ve sağlık durumu doğumda, hastanede geçirdikleri iki gün boyunca ve sonrasında bir ay boyunca her hafta ve en sonunda üçüncü ayda değerlendirildi. Bu bebeklerin bağırsak mikrobiyotası bileşimi, 16S rRNA dizilimi ile analiz edildikten sonra normal (vajinal) yolla veya DMN olmadan CS ile doğan 82 bebeğinkiyle karşılaştırıldı.

Umut vaat eden sonuçlar

DMN, çalışma döneminde bebeklerde herhangi bir advers etki veya komplikasyona yol açmadı. DMN ile tedavi edilen CS bebeklerin ve normal yolla doğan bebeklerin bağırsak mikrobiyotası ilk birkaç günde farklıydı sonra bir hafta sonunda benzer hale geldi ancak tedavi görmeyen CS ile doğmuş bebeklerininkinden oldukça farklı kalmaya devam etti. DMN, Bacteroidales and Bifidobacteriales miktarlarını, normal doğumla doğan bebeklerine benzer bir noktaya getirerek CS'in bakteri parmak izini düzeltir gibi görünmektedir. Ayrıca CS ile doğan ve tedavi almayan bebeklere kıyasla DMN ile tedavi edilen CS bebeklerde birinci haftada ve üçüncü ayda potansiyel patojenlerin varlığı daha azdı. İlk kavram kanıtlama çalışması, CS yöntemle doğan bebeklerin bağırsak mikrobiyotasını eski haline getirmek amacıyla dışkı mikrobiyotası naklinin (DMN) güvenliğini ve potansiyel etkililiğini göstermektedir. Daha büyük ölçekli çalışmalar gereklidir ancak bu sonuçlar doğum sırasında anneden çocuğa doğal mikrobiyota transferinin önemine dair ilave kanıt sunmaktadır.

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Activé
Updated content
Désactivé
Old content type
pro_article
Hide image
Off
Haberler Pediatri Gastroenteroloji

İritabl bağırsak sendromu: brachyspira’nın rolü açıklandı

İritabl bağırsak sendromu hastalarının bazılarının kolon mukozasında Brachyspira'nın bulunması - ilk defa şimdi gösterilmiştir - hastalığın diyare (ishal) gibi bazı semptomları ile ilişkilendirilebilir.

Bağırsak mikrobiyotası
IBS
Actu PRO : Syndrome de l’intestin irritable : le rôle de Brachyspira dévoilé

İritabl bağırsak sendromu (İBS) insidansının gastroenterit epizotları sonrası artması bağırsak disbiyozisinin bu sendromun başlamasında rol oynayabileceğini önermektedir. Ancak bugüne kadar yapılan çalışmalar bağırsak lümeninin mikrobiyotasına odaklanmıştır ve bu mikrobiyotanın bileşimi ile İBS arasında net bir bağlantı bulamamıştır. Stratejiyi değiştiren bir ekip, lümendekilerden ziyade kolon epitelinin mukus zarında bulunan bakterileri analiz etti. Bu, İBS hastalarından (diyare baskın, kabızlık baskın, karma bağırsak hareketi olan veya sınıflandırılmamış) ve kontrollerden alınan sigmoid kolon mukus ornekleri yoluyla yapıldı.

Brachyspira'nın varlığına işaret eden Peptitler

Araştırma kohortunda yapılan metaproteomik analizler (22 hasta, 14 kontrol), İBS hastalarının 3/22'sinde potansiyel olarak patojenik Brachyspira türünden gelen mikrobiyal peptitler olduğunu belirledi. Hem kolonosit apikal membranda hem de mukusta bu bakterinin varlığını teyit etmek için elektron mikroskopi kullanıldı. Tüm kohortta yapılan (62 hasta, 31 kontrol) kantitatif gerçek zamanlı PCR (qPCR) ile birlikte immünofloresan analizleri İBS hastalarının %31'inde ve hastalığın diyare formu olan hastaların %42'sinde Brachyspira kolonizasyonu saptadı. Kontrol gönüllülerinde böyle bir kolonizasyon gözlemlenmedi.

Brachyspira kolonisitleri kolonize ediyor

Hastaların %21'inde özellikle (mukus yerine) kolonosit apikal membranda Brachyspira'nın bulunduğu gözlemlendi ve bu durum diyarede artış ve hızlanmış bağırsak geçişi ile ilişkilendirildi. Bu hastalarda hafif mukoza enflamasyonu ve mast hücresi aktivasyonu görüldü. Ayrıca mast hücrelerin çokluğu abdominal ağrı ile ilişkilendirildi.

Antibiyotiklerin ters etkisi mi var?

Son bir deneyde araştırmacılar dört hastada metronidazolun etkilerini test etti. Tedaviden bir yıl sonra dört hastadan üçünde İBS şiddetinde azalma oldu. Ancak Brachyspira epitel yüzeyden temizlemesine rağmen, kriptlerde ve göblet hücrelerdeki varlığı yeni bir antibiyotik direnç mekanizmasını temsil ediyor olabilir. Sonuç olarak İBS'de Brachyspira kolonizasyonu (özellikle kolonsit seviyesinde) belirli klinik, metabolik, ve bağışıklık yanıtları ile ilişkili gibi durmaktadır dolayısıyla farklı İBS formları için potansiyel bir tanı aracı sağlamaktadır. Ayrıca İBS vakalarında antibiyotik tedavisi, bu tedavinin sonradan neden olabileceği potansiyeli bakteriyel kolonizasyonu nedeniyle dikkatle düşünülmelidir.

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Activé
Updated content
Désactivé
Old content type
pro_article
Hide image
Off
Haberler Gastroenteroloji

Alzheımer:bağırsak disbiyozisi amiloid patolojisine etki ediyor

Yakın tarihli bir çalışma bağırsak mikrobiyotasının Alzheimer hastalığı ile ilişkilendirilen amiloid patolojisindeki rolünü netleştirdi. Bu rol sistemik bir inflamatuar reaksiyon sonrasında beyne ulaşma becerisine sahip bakteri bileşenlerini içermektedir.

Bağırsak mikrobiyotası Sarkopeni: iskelet kas kütlesi ve fonksiyonunun kaybında bağırsak mikrobiyotasının rolü var mı?
Actu PRO : Alzheimer : comment la dysbiose intestinale influencerait la pathologie amyloïde

Alzheimer hastalarında bağırsak disbiyozisi bulunduğu halihazırda kanıtlanmıştır. Dolayısıyla hastalık ile ilişkilendirilen amiloid beta proteinlerinin beyinde birikmesinde mikrobiyotanın rolü de. Bu yeni çalışma hastanın bağırsak mikrobiyotasının bu amiloid patolojisine katkıda bulunduğu sinyal yolağını araştırmayı amaçladı.

Korelasyonlar arayışında

Çalışmaya yaşları 50 ile 85 arasında ve bilişsel performansları normal ile bellek kaybı ile bilişsel bozulma (hastalık ile ilişkili olsun veya olmasın) arasında değişen 89 kişi alındı. Beynin çeşitli alanlarındaki amiloid birikmeleri PET-tarama ile ölçüldü ve miktarları belirlendi; bağırsak mikrobiyotası tarafından üretilen moleküllerin kan seviyeleri (lipopolisakkaritler-LPS-ve kısa zincirli yağ asitleri-asetat, propionat, valerat, butirat), pro- ve antienflamatuar biyo-belirteçler (interlökinler-IL'ler dahil) ve enditeliyal bozukluğun biyo-belirteçleri (hücre tutunması moleküllleri - CAM'lar) ölçüldü.

Bakteriyel aracıların rolü olabilir

Beyin bölgesi neresi olursa olsun amiloid birikmesinin kandaki LPS, asetat, valerat, bazı pro-inflamatuar sitokinler (örn. IL1b, IL6) ve bir çok CAM'ların (örn. P-selektin, PECAM-1) seviyeleri ile pozitif ancak butirat ve IL10 (anti-inflamatuar) seviyeleri ile negatif bir korelasyonu vardı. Son olarak endotel disfonksiyonun bazı biyo-belirteçleri asetat, valerat, IL1b ve IL4 seviyeleri ile pozitif olarak ilişkili ancak butirat ve IL10 seviyeleri ile negatif olarak ilişkiliydi. Yazarlar bu korelasyonları bağırsak disbiyozisi ve amiloid patoloji ile bağlantılı olarak kan parametreleri arasında doğrudan ve dolaylı ilişkinin kanıtı olarak yorumladı.

Enflamasyon, bariyer fonksiyonu ve Alzheimer

Dolayısıyla asetat, valerat ve LPS seviyelerinde bir artış ile ilişkili butirat seviyelerinde azalma bağırsak bariyerinin bütünlüğünü bozabilir, düşük seviyeli sistemik enflamasyona neden olabilir ve bunu sürdürebilir ve kan-beyin bariyerini değiştirerek nihai olarak Alzheimer hastalığının patolojik kaskadına yol açacak şekilde pro-inflamatuar bileşenlerin merkezi sinir sistemine girmesine yol açabilir. Verilerinden nedensel ilişkinin saptanamadığının altını çizerken yazarlar bulunan ilişkilerin güçlü olmasının bu patofizyolojik hipotezi desteklediğini vurgulamaktadır. Son olarak hastalık ile bağlantılı mikrobik parmak izi netleştirildikten sonra mikrobiyotanın faydalı bakteriler veya metabolitler ile zenginleştirilmesi yoluyla Alzheimer için önleme stratejilerinin geliştirilmesi mümkün olabilir.

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Activé
Updated content
Désactivé
Old content type
pro_article
Hide image
Off
Haberler Nöroloji Gastroenteroloji

Mikrobiyota nakli ve tip 1 dıabetes mellıtus : insanlar ile yapılan bir çalışma

Dışkı mikrobiyotası nakline mikrobiyal metabolitlerde ve oto-immin sistemlerde rolü olan T hücrelerinde değişiklikler eşlik eder ve tip 1 diabetes mellitus hastalığında pankreatik β-hücrelerinin rezidüel fonksiyonunu koruyabilir.

Bağırsak mikrobiyotası

Tip 1 Diabetes mellitus (diyabet) (T1DM) pankreas β-hücrelerinin bozulmasına yol açan bir otoimmün hastalıktır. Farelerle yapılan çalışmalar bağırsak mikrobiyotası ile doğal bağışıklık sistemi arasındaki etkileşimlerin hastalığın gelişiminde rolü olduğu ve bu hastalığın ilerlemesinin dışkı mikrobiyotası nakli (DMN) ile yavaşlatılabileceğini önermektedir.

Otolog vs. alojenik nakil

Randomize Kontrollü bir çalışmada yakın tarihte T1DM tanısı alana hastalara 0., 2. ve 4. aylarda nazoduodenal tüp ile ya kendi dışkılarından (otolog DMN n=1) ya da sağlıklı donörlerin dışkılarından (alojenik DMN, n=10) üç DMN yapıldı. İlk DMN'yi takip eden yılda araştırmacılar rezidüel β-hücre fonksiyonunu (bir test yemeğine tepki olarak C-petit salımı yoluyla) ve ayrıca iki tip DMN'nin tetiklediği metabolik, bağışıklık ve mikrobiyota değişikliklerini değerlendirdi.

Pankreas fonksiyonu korundu

Araştırmacıların beklentilerinin aksine, ilk DMN'den bir yıl sonra otolog grupta β-hücre fonksiyonu korundu. β-hücre fonksiyonu alojenik grupta kötüleşti ancak bu kötüleşme tanının ilk yılında tedaviyi almayan T1DM hastalarından daha azdı. Araştırmacılara göre, donör ile alıcı arasında immünolojik uyumluluk yüksek olduğunda DMN'nin faydaları daha belirgin ve uzun süreli olabilir.

Desulfovibrio piger'in rolü mü var?

Mikrobiyotadaki değişikliklerin bazı metabolik ve bağışıklık değişiklikleriyle ilişkili olduğu bulunmuştur. Duodenumda Prevotella spp'nin varlığı rezidüel β-hücre fonksiyonu ile ters korelasyona sahipti. Kolonda Desulfovibrio piger sadece otolog DMN sonrasında anlamlı şekilde daha fazla bulunur hale geldi. Fazla bulunması iyileşen rezidüel β-hücre fonksiyonu ve artan C-peptit üretimiyle ilişkili bir mikrobiyal metabolit olan plazma 1-arakidonoil-GPC (A-GPC) seviyelerinde artış ile ilişkiliendirildi. Ayrıca D. piger 'in çokluğunun oto-immünitede rolü olan bazı T hücrelerinin seviyeleri ile negatif korelasyonu vardı. Yazarlara göre burada önemli olan neydi? D. piger, A-GPC'nin üretimi yoluyla bu T hücrelerini baskılayarak oto-immüniteyi inhibe edebilir. Bulunan birden fazla korelasyonlara bakılarak araştırmacılar DMN'nin T1DM üzerindeki etkilerini netleştirmek üzere daha fazla araştırılması gerekecek mekanik ipuçları belirlediler. Araştırmacılar ayrıca bazı bakteri türlerinin tanıya yönelik potansiyeli olduğunu da belirlediler.

1. Overgaard AJ, Weir JM, Jayawardana K, et al. Plasma lipid species at type 1 diabetes onset predict residual beta-cell function after 6 months. Metabolomics 2018;14:158; Lachin JM, McGee PL, Greenbaum CJ, et al. Sample size requirements for studies of treatment effects on beta-cell function in newly diagnosed type 1 diabetes. PLoS One 2011;6:e26471.

Summary
Off
Sidebar
Off
Migrated content
Activé
Updated content
Désactivé
Old content type
pro_article
Hide image
Off
Haberler Gastroenteroloji